HUTBELER ARŞİV



OCAK AYI
1. HAFTA

İl ENİZLİ
AY YIL :OCAK - 2008
TARİH :04/01/2008
HİCRET VE ÖNEMİ

الَّذِينَ آمَنُوا وَهَاجَرُوا وَجَاهَدُوا فِي سَبِيلِ اللَّهِ بِأَمْوَالِهِمْ وَأَنفُسِهِمْ أَعْظَمُ دَرَجَةً عِنْدَ اللَّهِ وَأُوْلَئِكَ هُمْ الْفَائِزُونَ

Muhterem Müslümanlar!

Hicret; Miladi 622 yılında Hz. Peygamber ve ona gönül veren insanların, Allah’ın dinini daha iyi yaşayabilmek ve tebliğ etmek için, öz yurtları olan Mekke’yi terk ederek, Medine’ye yerleşmeleridir.

Kur’an-ı Kerim’de Hz. Peygamber’den önceki dönemlerde de peygamberlerin ve ona iman edenlerin, onlara inanmayanlar tarafından hicret etmeye zorlandıklarından ve bunların inançları uğrunda yurtlarını bırakıp başka yerlere gittiklerinden bahsedilir. Hz. İbrahim’in, kavminin kendisini ateşte yakma teşebbüsünün ardından, önce Filistin’e sonra Mısır’a daha sonra da Kenan diyarına yerleşmesini, Hz. Musa’nın kendine iman eden İsrailoğulları ile birlikte Firavun’un zulmünden kaçarak Mısır’dan Filistin’e hicret etmesini buna örnek olarak verebiliriz.

Değerli Mü’minler!

İslam’ı tebliğ eden Peygamberimiz ve O’na ilk inanan Müslümanlarda, daha önceki peygamberler ve ümmetlerin uğradığı işkence ve hakaretlere maruz kalmışlardır. Mekke müşrikleri, İslam’ı tebliğ etmeye başlayan Efendimize karşı olumsuz tavırlar almışlardır. Aldıkları bu tavırlar sadece İslam’ı reddetmek değil; Efendimizi alaya almak, inanan insanlara zulüm ve baskı uygulamak, eziyet etmek ve onları insanların arasından dışlamaya kadar varmıştır. Müşrikler, İslam’ı tebliğ için Taif’e giden Efendimizi taşlayacak kadar ileri gitmişler ve Müslümanların sayılarının artmasına tahammül edemez hâle gelmişlerdir. Bunun üzerine Müslümanları sindirmek ve eski dinlerine döndürmek ya da vatanlarından çıkarmak için baskı ve zulmü artırmışlardır. Peygamber Efendimiz (S.A.V) ’in amcası Ebu Talip’in ölümüyle de bu baskı ve zülüm daha da çoğalmıştır. Darünnedve denilen mecliste Hz. Peygamberi öldürme planlarının bile yapıldığı Cebrail vasıtasıyla Efendimize bildirilmiştir. Böyle bir ortamda, İslam’ın üzerine çöken zulüm ve baskı bulutlarını dağıtmak için, Allah Rasülü (SAV) ve ashabı, Allah’ın emri ve izniyle kafileler halinde Allah rızası için Medine’ye göç etmişlerdir.

Bu göç uğruna analar, babalar, eşler, çocuklar, mallar ve Hz. Ali misali; Efendimiz’in yatağına yatacak derecede canlar feda edilmiştir.

Hicret, Müslümanların geçmişi hatırlamalarına ve geleceğe hazırlanmalarına sebep olan büyük bir hadisedir. Hicret, imanın küfre; hakkın ve adaletin zulme; ilim ve irfanın cehalete karşı üstün gelmesinin başlangıç tarihidir.

Muhterem Müslümanlar!

Hicret; her vesile ile birlik, beraberlik ve dayanışmayı vurgulayan İslam’ın yaşanmasına yol açan önemli bir olaydır. Hicret, Allah rızası için; anadan, babadan, yardan, diyardan, maldan, mülkten, hatta candan, evlattan vazgeçişin, ibretli ve meşakkatli kıssasıdır.
Hicret; her şeylerini Allah için, göz kırpmadan terk eden Mekkeli Muhacirler ile onları bağırlarına basan, muhtaç oldukları halde onları kendilerine tercih eden Medineli Müslümanların (Ensar) destanıdır. Bu destanda fedakârlık, kardeşlik, ahde vefa, birlik ve beraberlik, değerlerin paylaşımı, özgürlük aşkı, adalet, saygı ve hoşgörü temel konulardır. Hicret; Allah’a ibadete, insanî erdemlere, rahmet ve medeniyete gönlünü açanların zaferi; bu değerlere kapılarını kapatanların mağlubiyetidir. Hicret; nurun hayat buluşu, karanlığın aydınlığa dönüşüdür.

Unutmayalım ki, gerçek hicret, günahlarla, isyanlarla kirlenen gönül dünyamızın, kulluğa, itaate ve ibadete yönelmesidir. Önümüzde ki 10 Ocak 2008 Perşembe günü; 1 Muharrem 1429 Hicri yılbaşıdır.

Hutbemizi ayet-i kerime ve hadis-i şerif mealleriyle bitirelim. Yüce Allah: “İman edip hicret edenlerin ve Allah yolunda mallarıyla, canlarıyla cihat eden kimselerin mertebeleri, Allah katında daha üstündür. İşte onlar, başarıya erenlerin ta kendileridir”1 buyurmaktadır.
Hz. Peygamber (s.a.v.)’de: “Hakikatte hicret eden, hata ve günahları terk edendir”2 buyurmuştur.

Hazırlayan :M. Fatih TEKKOYUN
ÜNVANI :Müezzin - Kayyım Babadağ / DENİZLİ

Denizli Müftülüğü’nün 04/01/2008 tarihli hutbesidir.
---------
1- Tevbe: 9/20
2- İbn-i Mac’e, Fitne, 2

2. HAFTA
İl ENİZLİ
AY YIL :OCAK - 2008
TARİH :18/01/2008

إِنَّ الدِّينَ عِندَ اللّهِ الإِسْلاَمُ وَمَا اخْتَلَفَ الَّذِينَ أُوْتُواْ الْكِتَابَ إِلاَّ مِن بَعْدِ مَا جَاءهُمُ الْعِلْمُ بَغْيًا بَيْنَهُمْ وَمَن يَكْفُرْ بِآيَاتِ اللّهِ فَإِنَّ اللّهِ سَرِيعُ الْحِسَابِ
Al-i İmran S./19.Ayet

İSLAM ALLAH KATINDA GEÇERLİ OLAN DİN’DİR

Muhterem Müslümanlar!

Din akıl sahibi, şuurlu insanları hür irade istekleriyle iyi ve güzel olan şeylere sevk eden ilahi mesajlar bütünüdür. Din; insanın yaratıcısı olan Allah, insanlar ve beraber yaşadığı diğer canlılarla olan ilişkilerini düzenleyen ilahi bir rehberdir. İnsanoğluna değişik zaman ve mekânlarda Peygamberler vasıtasıyla tebliğ edilen bu ilahi nizam, insanın yaratıcısına ve diğer yaratılanlara karşı görevlerini, yaratılış gayesini, hangi işlerin iyi ve hayırlı, hangi işlerin de kötü ve zararlı olduğunu öğretir.

Tarih içerisinde insanlar, zaman zaman ilahi vahyin öğretisinin dışına çıkarak dinin getirdiği inanç, akide ve ahlaki saflığı bozmuşlardır. Yüce Yaratıcı, bozulan akideyi yeniden hatırlatmak ve tahrip olan ahlak anlayışını insana yakışır hale getirmek için değişik dönemlerde Peygamberler gönderilmiştir.

Allah din gönderirken insanı, onun imkânlarını, sosyal ve kültürel çevresini ve yaşamını sürdürebilecek ihtiyaçlarını dikkate almıştır. Allah tarafından gönderilen dinler arasında dil, coğrafya ve tarihi süreç farklılıkları olmakla birlikte inanç esasları ve ibadet, adalet, ahlak, doğruluk, sevgi ve yardımlaşma gibi iyiliği emreden kavramlar hep aynı olmuştur. Bu kabullere uymayan davranışlar ise yasaklanmıştır. Bu bağlamda ele alındığında, ilahi dinlerin iyilikleri tavsiye ettikleri, kötülüklerden de sakındırdıkları hususu müşterek özellikler olarak ortaya çıkmaktadır.


Değerli Müslümanlar!

Yüce Rabbimizin alemlere rahmet olarak gönderdiği son Resul Hz. Muhammed (S.A.V.), değişmeyecek / değiştirilemeyecek son ilahi mesaj olan İslam’ı karanlıklar içerisinde yüzen insanlığa tebliğ etmiştir. Allah’u Teala’nın “Oku, Yaratan Rabbinin adıyla oku” mesajıyla başlayan ilahi vahyi öğrenme süreci, “bugün dininizi sizin için kemale erdirdim, size verdiğim nimetimi tamamladım ve size, din olarak yalnızca İslam’ı seçtim” ayetinin inzal olmasıyla tamamlanmıştır.

Allah-ü Teala, Al-i İmran Suresi’nin 19. Ayeti’nde “Şüphesiz Allah katında din İslam’dır…” ve yine aynı surenin 85. ayetinde “Kim İslam’dan başka bir din ararsa, (bilsin ki o din) ondan kabul edilmeyecek ve o ahirette hüsrana uğrayanlardan olacaktır” geçen ifadeleriyle ilahi vahyin son halkası gerçek ve geçerli hak dinin İslam olduğunu insanlığa bildirmiştir. Bu gerçek, kısa sürede bütün dünyada, insanların gönüllerinde yer etmiştir. Öyle ki, bir kişinin tebliği ile başlayan İslam, kısa zamanda dünyanın en hızlı yayılan; insanları sevgiye ve hoşgörüye, gerçek eşitliğe, temel hak ve hürriyetleri korumaya, ismi gereği barışa ve huzura, adaleti tesis etmeye, fakiri, yoksulu ve yetimi gözetip kollamaya çağıran bir din olarak bugünlere gelmiş ve kıyamete kadar da böyle devam edecektir.

Aziz Mü’minler!

Bu vesileyle, Müslüman olma şerefini bizlere bahşeden Yüce Rabbimize sonsuz hamd ve şükürde bulunalım. Allah katında tek din olan İslam’ın yüce ve kutlu elçisine, Sevgili Peygamberimize ümmet olma sevincini her an içimizde yaşayalım. Ümmeti olduğumuz Hz. Muhammed’in hatırasını her zaman canlı ve diri tutalım.





Diyanet İşleri Başkanlığı’nın 18.01.2008 tarihli hutbesidir.

3. HAFTA
(Bakara 4 ve 177)
(Bakara 3, Fatır 18, Yasin 11)
(Bakara 3 ve 177, Enfal 3)
(Bakara 177),
(Bakara 3, Âl-i İmran 134, Teğabün 16),
(Bakara 177),
(Âl-i İmran 134, Maide 93, Yusuf 90),
(Zariyat 19),
(Tevbe 44),
(Zariyat 17 ve 18)
(Âl-i İmran 134)
(Âl-i İmran 134, Nisa 149, Şura 37, 40 ve 43)
(Bakara 177)
(Şura 38)
(Bakara 45 ve 177, Âl-i İmran 17–20–186, Hud 115, Kehf 28)
(Âl-i İmran 134)
(Ahzab 70)
(Tevbe 7)
(Şura 38)
(Ra’d 21, Mearic 26–27, İnsan 7)
(Mü’minun 5–7)
(Furkan 72)
(Maide 2)
(Ra’d 22)
(Al-i İmran 134)
(Şura 39)
(Hud 90, Zümer 33–34)
(Meryem 60–63)
(Bakara 5)
Hucurat Suresi–13


İL ENİZLİ
AY YIL :OCAK–2008
TARİH :11/01/ 2008

وَاعْتَصِمُواْ بِحَبْلِ اللّهِ جَمِيعاً وَلاَ تَفَرَّقُواْ

MUHARREM AYI ve AŞURE GÜNÜ

Muhterem Müslümanlar

Bütün zamanların ve mekânların sahibi olan Yüce Allah bazı zaman ve mekânlara ibadet etme bakımından diğer yer ve zamanlardan farklı özellikler vermiştir. Dün, yani 10 Ocak 2008 Perşembe günü Hz. Peygamber (S.A.V.)’in, “Şehrullah / Allah’ın ayı” dediği Muharrem Ayı’na ve dolayısıyla Hicri 1429 yılına girmiş olduğumuz gibi önümüzde ki 19 Ocak 2008 Cumartesi günü de Aşure Günü’dür.

Muhterem Müslümanlar

Muharrem ayı, içinde meydana gelen olaylar sebebiyle Müminlerin kalplerinin sevinç, coşku ve ümit ile dolduğu bir ay olduğu gibi bütün müminlerin yüreklerini sızlatan olayların da meydana geldiği bir aydır.
Rivayetlere göre Hz. Âdem’in cennetten yeryüzüne indirilmesi, Hz. Nuh (a.s.)'ın tufandan kurtulması, Hz. Musa (a.s.) ve ona iman edenlerin Firavun'un zulmünden kurtulmaları gibi müminlerin imanlarını güçlendiren ve Allah’ın yardımına ve rahmetine dair ümitlerini canlandıran olaylar bu ayda meydana gelmiştir.
Bütün bu olayların yanı sıra Muharrem ayı aynı zamanda müminler için bir hüzün ayıdır. Çünkü bütün inananları derinden yaralayan Kerbela olayı ve Sevgili Peygamberimiz’in “dünyanın iki çiçeği” dediği ve “Ahirette de Cennet çocuklarının efendileri” diye övdüğü, biricik torunu Hz. Hüseyin’in şehit edilmesi de bu ayda meydana gelmiştir.

Aziz Kardeşlerim!

Tarihte yaşanmış ve geri dönüşü olmayan bu tip acı olayları tasvip etmek mümkün değildir. Ancak, bunları hatırlamak, bu olayların arka planındaki siyasi, sosyal ve psikolojik sebepleri tefekkür edip, bir daha yaşanmaması için ders ve ibret almak şeklinde olmalıdır.
Bu olay, sevgili Peygamberimizi ve onun Ehl-i Beyti’ni seven bütün mü’minleri derinden yaralayan ve kederlendiren acı bir tecrübedir. Bu ve benzeri olaylar karşısında, sağduyulu hareket ederek Allah ve Peygamber sevgisi etrafında kenetlenmeliyiz. Hz. Peygamberi, O'nun ehl-i beytini ve ashabını sevmek hepimizin müşterek heyecanı olmalıdır.

Onları sevmenin en büyük göstergesi de, onların yolundan gitmek ve onlar gibi Kur’ân ve Sünnete uygun bir hayat yaşamaya çalışmaktır.
Muhterem Kardeşlerim
Muharrem ayına anlam katan bir konu da, bu ayın onuncu günü olan Aşure günüdür. Çünkü Aşure günü tarih boyunca insanların önemli gördüğü bir gün olmuştur. Ayrıca hadis-i şeriflerde, Hz. Peygamber (SAV)’in Aşure günlerinde oruç tuttuğu ve müminlere de tavsiye ederek “Ramazan ayından sonra tutulan oruçların en hayırlısı, Allah’ın ayı olan Muharrem ayında tutulan oruçtur. Farz namazlardan sonra en faziletli namaz ise geceleyin kılınan namazdır” buyurduğu bildirilmektedir. Sünnete uygun olan da bu ayın Aşure günü olarak bilinen onuncu gününü, bir öncesi veya sonrası ile birlikte oruçlu geçirmektir.
Hutbemi; Yüce Rab’imizin bir hatırlatması ile bitirmek istiyorum: “(Ey İman edenler!)…Hep birlikte Allah’ın ipine (Kur’an’a) sımsıkı sarılın. Parçalanıp bölünmeyin. Allah’ın size olan nimetini hatırlayın. Hani sizler birbirinize düşmanlar idiniz de O, kalplerinizi birleştirmişti. İşte O’nun bu nimeti sayesinde kardeşler olmuştunuz. Yine siz, bir ateş çukurunun tam kenarında idiniz de O, sizi oradan kurtarmıştı. İşte Allah size ayetlerini böyle apaçık bildiriyor ki doğru yola eresiniz."

HAZIRLAYAN :Abdullah YALMAN
ÜNVANI :Vaiz
Güney / DENİZLİ
Denizli Müftülüğü’nün 11/01/2008 tarihli hutbesidir. 

4. HAFTA
İl ENİZLİ
AY YIL :OCAK - 2008
TARİH :25.01.2008

أَيُّهَا النَّاسُ إِنَّا خَلَقْنَاكُم مِّن ذَكَرٍ وَأُنثَى وَجَعَلْنَاكُمْ شُعُوبًا وَقَبَائِلَ لِتَعَارَفُوا إِنَّ أَكْرَمَكُمْ عِندَ اللَّهِ أَتْقَاكُمْ إِنَّ اللَّهَ عَلِيمٌ خَبِيرٌ

ÜSTÜNLÜK TAKVADADIR

Muhterem Müslümanlar!
Takva “vikaye” kökünden türemiş olup sözlükte bir şeyi muhafaza etmek, korunmak, sakınmak, himaye etmek, bir şeyi ıslah edip düzene koymak gibi anlamlara gelir. Takva sahibi kimseye “muttaki” denir.
İslam terminolojisinde ise takva; kişinin kendisini Allah’ın korumasına, himayesine alarak ahirette azab ve cezaya neden olabilecek her türlü şeyden kendisini titizlikle koruması, günahlardan kaçınıp iyi ve faydalı iş/ eylemleri yapmasıdır.
Takva, Kur'an-ı Kerim’de sözlük anlamını yitirmemekle birlikte, daha çok manevî anlamda kullanılır olmuştur. Ki bu, Allah korkusudur.
Takva, sadece psikolojik anlamda bir korku (havf) olmayıp; Allah’a karşı derin bir şekilde saygı duymak, her türlü tutum ve davranışlarda Allah’ın rızasını herşeyin üstünde tutmak, irademizi O’nun iradesine dolayısıyla O’nun hükümlerine bağlı tutmak, O’nun razı olacağı salih amelleri/davranışları yapmaktır. Kur’an-ı Kerim’de takva kavramı üç mertebede zikredilmiştir.
1)Ebedî olarak cehennem azabından korunmak için Allah’a ortak koşmaktan, küfür ve nifaktan korunarak kâmil bir imana sahip olmak:
2)Kişinin iman sahibi olduktan sonra büyük günahları işlemekten, küçük günahlarda ısrar etmekten kendisini alıkoyarak emredilen farzları ve diğer dinî vecibelerini yerine getirmesi, günahlardan/haramlardan ve diğer yasaklardan kaçınması:
3)Bütün her şeyi ile Allah’a yönelmek, kişiyi Allah’tan alıkoyacak her şeyden uzak durmak:
Muttakiler; Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, ahiret gününe inanırlar gayba iman ederler namazı kılarlar zekâtlarını verirler Allah yolunda infak ederler yakın akrabaya, fakirlere, yetimlere, yolda kalmışlara yardım 




İl ENİZLİ
AY YIL :ŞUBAT - 2008
TARİH :01/02/2008

وَمَن يَعْصِ اللّهَ وَرَسُولَهُ وَيَتَعَدَّ حُدُودَهُ يُدْخِلْهُ نَارًا خَالِدًا فِيهَا وَلَهُ عَذَابٌ مُّهِينٌ
Nisa Suresi / 14. Ayet

İSLAM’DA HELAL – HARAM BİLİNCİ

Muhterem Müslümanlar!

Yüce Rabbimiz insanı en güzel bir şekilde yaratmıştır. İnsanın dünya ve ahirette mutlu olabilmesi için de bir takım prensipler koymuştur. Bu prensiplere uyanlar hem dünyada hem de ahirette mutlu olurlar.

Değerli Mü’minler!

İşte haramlar da Cenab-ı Hakk’ın ortaya koyduğu ve sakınmamızı istediği sınırlardandır. Müslüman bu sınırları aşmaz, aşmamalıdır. Yüce Rabbimiz yapılmasını istediği şeyleri yapanları sever, bunun yanın da da terk edilmesini istediği şeyleri yapanları azap ile tehdit eder. Kur ’an-ı Kerim’de muhtelif yerlerde “Allah’ ın sınırlarına tecavüz etmeyin” diye uyarılar yapılmaktadır. Bu konuda Rabbimiz şöyle buyuruyor: “Kim de Allah’a ve elçisine karşı gelirse ve O’nun sınırlarını aşarsa ( Allah ) onu sürekli kalacağı ateşe sokar ve onun için alçaltıcı bir azap vardır.” 1 Bir başka ayette ise şöyle buyuruyor: “Kimler Allah’ ın sınırlarını aşarsa işte onlar zalimlerin ta kendileridir.” 2

Aziz Kardeşlerim!

Müslüman insan; Allah’ın emir ve yasakları konusunda titiz olan insandır. Allah’ın emirlerine ne kadar bağlıysa, haram olan, şüpheli olan şeylerden de o kadar sakınır. İçki, faiz, zina, kumar, yetim malı yemek, haksız kazanç elde etmek, kamu mallarını zimmete geçirmek, yalan söylemek, iftira ve gıybet etmek gibi haram olan fiillerden sakınır. Müslüman bilmelidir ki; Allah’ın yapmasını istediği şeyleri yaptığı, yasakladığı şeylerden de sakındığı müddetçe hem bu dünyası, hem de ahireti güzel olacaktır.
Yüce Rabbimizin bütün emrettiklerinde insan için fayda, yasakladıklarında da insan için zararlar vardır. İşte haram ve şüpheli olan konular da böyledir. Haramlardan ve şüpheli şeylerden sakınma şuuru, kişiyi tehlikeye düşmekten korur. Bu konuda Peygamber Efendimiz (S.A.V.) şöyle buyuruyor; “Helal olan şeyler belli, haram olan şeyler de bellidir. Bu ikisinin arasında halkın birçoğunun helal mi? Yoksa haram mı? Olduğunu bilmediği konular vardır. Şüpheli konulardan sakınanlar dinini ve ırzını korumuş olur. Şüpheli konulardan sakınmayanlar ise yavaş yavaş harama dalar. Tıpkı sürüsünü, başkasına ait bir arazinin etrafında otlatan çoban gibi, onun da bu araziye girme tehlikesi vardır” 3 buyuruyor. Abdullah ibn-i Ömer de şöyle diyor; “Bir insan gönlünün şüphelendiği bir işi bırakmadıkça, gerçek takvaya ulaşamaz.” 4

O Halde Değerli Kardeşlerim!

Dünyaya gelişimizin boş yere olmadığını, her halimizden hesaba çekileceğimizi, yaptığımız zerre miktarı iyiliğin de kötülüğün de karşılığını göreceğimizi bilerek, kazancımıza haram karıştırmayalım, harama bulaşan kişinin dualarının kabul olmayacağını bilelim. Kendimizi ve ailemizi haram ve şüpheli şeylerden koruyalım ki, hem insanlar nezdinde hem de Allah katında iyi bir Müslüman, iyi bir kul olalım.

Kaynaklar
1-Nisa S.-14. Ayet
2-Bakara S.-229. Ayet
3-Buhari, İman 39
4-Buhari, İman 1


Hazırlayan :İshak GÖKSEL
ÜNVANI :İlçe Müftüsü Kale / DENİZLİ

Denizli Müftülüğü’nün 01/02/2008 tarihli hutbesidir.


(BU BÖLÜM HUTBE SONUNDA DUYURU OLARAK OKUNACAKTIR…)
D.İ.Başkanlığımız 2008 Yılı Umre Ön Kayıtları başlamıştır. Bu sene Bahar – Yaz ve Ramazan olmak üzere 3 ayrı dönemde Umre Programlarımız düzenlenmiştir. Umreye gidecek kardeşlerimiz; ayrıntılı bilgi almak için cami görevlilerimiz ve İl Müftülüğümüze müracaat edebilirler. 


İl ENİZLİ
AY YIL :ŞUBAT - 2008
TARİH :08/02/2008

لَقَدْ كَانَ لَكُمْ فِي رَسُولِ اللَّهِ أُسْوَةٌ حَسَنَةٌ لِمَنْ كَانَ يَرْجُو اللَّهَ وَالْيَوْمَ الْآخِرَ وَذَكَرَ اللَّهَ كَثِيرًا
Ahzab S.-21. Ayet

İSLAM GÜZEL AHLAKTIR

Aziz ve Muhterem Müslümanlar!

“Ahlak” sözlükte seciye, huy gibi manalara gelir. İyi, kötü huyların ve davranışların hepsini içerir. Dolayısıyla kendisinde iyi meleke ve kabiliyetler geliştirmiş insan “ iyi ahlaklı”, kötü meleke ve yetenekler geliştiren insan ise “kötü ahlaklı”dır. Ahlak, insanda gelip-geçici bir hal olmayıp, insanın ruhunda iyice yerleşerek meleke ve karakter halini alan davranışlar bütünüdür.

Değerli Mü’minler!

Biliyorsunuz ki, zamanımızda her toplumda ahlak buhranı ve huzursuzluk mevcuttur. Milletlerin maddi ve teknik yönden ilerleyip, imkânlardan daha çok yararlanmalarına rağmen, huzura ulaşamadıkları bir gerçektir. Bu buhran ve bunalımlardan kurtuluş yolu, İslam Ahlakı’nı öğrenip yaşamaktır. Dini hükümlere ve ahlaki kaidelere uygun hareket ederek gençlere örnek olmalıyız. Toplum olarak huzur ve saadete böylece ulaşabiliriz.

Aziz Cemaat!

İslam Ahlakı’nın kaynağı; Kur’an ve onun ışığında oluşan Peygamberimiz (S.A.V)’in sünnetidir. Kur’an-ı Kerimde; “Andolsun ki Allah’ın Resulü’de sizin için; Allah’a ve Ahiret Günü’ne kavuşmayı umanlar ve Allah’ı çok zikredenler için güzel bir örnek vardır” 1 buyrulmaktadır. Nitekim Hz Aişe (R.Anha) validemize Peygamberimizin ahlakı sorulduğunda; “Siz Kur’an okumuyor musunuz? O’nun ahlakı Kur’andır” 2 diye cevap vermiştir. Güzel ahlakı tamamlamak için gönderilen Sevgili Peygamberimizin söz ve fiillerinde, İslam’ın ruhuna aykırı hiçbir şey yoktur. Ayrıca bu konuda Peygamberimiz
(S.A.V.) de; “Sizin en hayırlınız ahlaken en güzel olanınızdır” 2 buyurmuşlardır.

Değerli Müslümanlar!

Müslüman’ı bir ağaca benzetirsek onun kökü iman, kolları amel, yaprakları ilim, meyvesi de güzel ahlak ve fazilettir. Kur’an-ı Kerim ve Efendimizin Sünneti; bütün canlı ve cansızlara hayat veren toprak, su, hava ve güneş gibidir. Bahçe sahibi fidanı diker ve yıllarca ona emek verir, neticede o ağaçtan nasıl meyve beklerse; İslam terbiyesi almış müslümandan beklenen şeyde ancak güzel ahlaktır.

Aziz Cemaat!

Güzel ahlakı elde etmek isteyen kişi; Cenab-ı Hakk’ın emirlerini yapıp, yasaklarından sakınmalı, Peygamber Efendimizin sünnetine uygun hareket etmeli, her türlü haram, zulüm ve haksızlıktan uzak durmalı, günah ve faydasız olan sözleri söylemeyip, öz ve faydalı konuşmalı, vaktini de boşa geçirmeyip dünya ve ahiret için yararlı işlerle meşgul olmalı, hiç kimsenin aleyhinde konuşmamalı, elinden geldiği kadar herkese maddi ve manevi yardımda bulunulmalıdır. Büyüklere hürmet gösterip, küçüklere şefkatle davranmalı, alçak gönüllü, samimi, tatlı dilli ve güler yüzlü olmalıdır.

Hutbemizi Peygamberimizin bir duasıyla bitirmek istiyorum;“Allah’ım! Ayrılığa düşmekten, iki yüzlülükten ve kötü ahlaktan sana sığınırım. Beni ahlakın en güzeline kavuştur. Çünkü insanı; güzel ahlaka senden başkası kavuşturamaz. Kötü ahlaktan da beni uzaklaştır; çünkü kötü ahlakı senden başka kimse, benden uzaklaştıramaz.” 3



Hazırlayan :Necip CESUR
ÜNVANI :İlçe Müftüsü Bekilli / DENİZLİ
Denizli Müftülüğü’nün 08/02/2008 tarihli hutbesidir.




1- Ahzab Suresi–21.Ayet
2- Buhari, Edeb–38
3- Müslim, Salât-ül Müsafirin–201 


İL ENİZLİ
AY YIL :ŞUBAT–2008
TARİH :15/02/2008


وَمَن يُؤْمِن بِاللَّهِ يَهْدِ قَلْبَهُ وَاللَّهُ بِكُلِّ…
شَيْءٍ عَلِيمٌ
Teğabün S./11.Ayet

ALLAH’A İMAN

Muhterem Müslümanlar!

İnsanın yeryüzündeki ilk vazifesi imandır. İman hem dünya hem de ahiret saadetini temin eden en önemli sermayedir. İnsanların yaratılış gayesi de yüce Allah’ı tanımak ve ona kulluk etmektir. İnsanın görevi Allah’ın varlığını ve birliğini tasdik etmekdir. İman eden kimseye dinimizde mümin denir. Mümin “Eşhedü enle ilehe illallah ve Eşhedü enne muhammeden abduhu ve rasülüh.” diyerek İslam dininin bildirdiği şekilde Allah’a iman etmiş olur. Mümin inanır ki şu uçsuz bucaksız kâinatı, canlı ve cansız varlıkları ve insanları yaratan ve yaşatan Allah’tır. Allah’a iman; Allah’ın var ve bir olduğuna bütün üstünlük sıfatlarıyla nitelenmiş ve noksan sıfatlardan uzak ve yüce bulunduğuna inanmaktır. Allah-ü Teala şöyle buyuruyor: “Allah’a, Peygamberine ve indirdiğimiz O nura (Kuran’a) inanın. Allah yaptıklarınızdan haberdardır.1

Değerli Mü’minler!

Allah birdir, kudreti sonsuzdur. Kâinat onun idaresindedir. Bütün varlıklar ona muhtaçtır. O dilediğini yapmaya gücü yetendir. Hiçbir şey onun dengi değildir. O göklerde ve yerde gizli açık her şeyi görür. Yarattıkları onun varlığını kavrayamazlar. Fakat her varlık onun mevcudiyetine ve büyüklüğüne delildir. Allah insanları kendi zatına iman ve ibadet için yaratmıştır. Bizlere Kuran-ı Kerim’de şöyle müjde vermiştir: “…Kim Allah’a inanırsa; Allah onun kalbini doğruya götürür. Allah her şeyi bilendir.”2

Muhterem Müslümanlar!

Sahip olduğunuz imanın en önemli özelliği kalbin derinliklerine inmesi ve vicdanların onunla huzur bulmasıdır. Rahmet Peygamberi Hz. Muhammed (sav): “İman’ın tadını; Rab olarak Allah’ı, Din olarak İslam’ı, Peygamber olarak Muhammed’i seçip razı olanlar duyar”3 buyurmuştur.

İman öyle bir lezzettir ki mümin onu hiçbir şeye değişmez. Müminin bu zevkini hiçbir güç ve kuvvet yok edemez. İslam tarihi, imanın zevkini tattığı, iman huzurunu bulduğu için işkenceler karşısında dahi haktan, doğruluktan ayrılmayan binlerce insanın örnekleriyle doludur.
Bilal-i Habeşi (R.A) efendisi tarafından imandan dönmesi için boynuna ip takılıp Mekke sokaklarında dolaştırılması, kızgın kumlara yatırılıp üzerine taşlar konmasına rağmen bunlara aldırmadan Allah birdir, Allah birdir diyerek imanından vazgeçmiyordu. Zira “İman hem nurdur hem kuvvettir. Hakiki imanı elde eden kâinata meydan okuyabilir.” Bilal-i Habeş-i (R.A) o kadar eza ve cefaya rağmen her şeye meydan okuyordu.

Kıymetli Cemaatim!

Hutbemi Peygamberimiz (sav)’in şu müjde verici Hadis-i Şerifi ile bitirmek istiyorum: “Kim Allah’tan başka ilah olmadığına ve Muhammed’in (sav) Allah’ın elçisi olduğuna şahadet ederse; Allah ona ateşi haram kılar.” 4











HAZIRLAYAN :Hasan DERELİ
ÜNVANI :İmam-Hatip
Merkez / DENİZLİ

Denizli Müftülüğü’nün 15/02/2008 tarihli hutbesidir.


1 Teğabün S.= 8
2 Teğabün S. = 11
3 Müslim, İman
4 Müslim, İman 



İl ENİZLİ
AY YIL :ŞUBAT - 2008
TARİH :22/02/2008

الْيَوْمَ أَكْمَلْتُ لَكُمْ دِينَكُمْ

Maide Suresi / 3. Ayet


VEDA HUTBESİ’NDEKİ MESAJLAR

Muhterem Müslümanlar!

Peygamber Efendimizin Veda Hutbesi, insanlık için önemli mesajlar içermektedir. Baskı ve zulmün kalkıp insanların grup grup İslam’a girer hale geldiği bir dönem yaşanmaktaydı. Hz. Muhammed(sav), görevinin sona ermek üzere olduğunu anlamıştı. Hem Müslümanlara nasıl haccetmeleri gerektiğini öğretmek hem de İslam dininin temel konularını öz olarak son defa anlatmak için üzerine farz olan haccı ifa etmeye niyetlenmişti. Hz. Peygamber, ebediyet âlemine yolculuğunun yaklaştığına işaret edip ashabıyla vedalaştığı için, bu hacca, Veda Haccı, bu hac esnasında ayrı ayrı üç yerde on binlerce müslümana hitaben yaptığı konuşmalara da Veda Hutbesi denmektedir.

Aziz Cemaat!

Allah Rasulü Veda Hutbesi’nde insanın can, mal ve ırzının dokunulmaz olduğunu ifade ederek, on beş asır önce, temel insan haklarını ortaya koymuştur. Cahiliye çağında var olan her şeyi kaldırıldığını belirtirken, sadece eskiyi ortadan kaldırmamış, yeniyi, doğruyu, güzeli onun yerine ikame etmiştir. Kan davasını, kinciliği, intikamcılığı, hasımlaşmayı kaldırırken, yerine kardeşliği ve dayanışmayı getirmiştir. İslam’ın sınıf ayrımına izin vermediğini; “Rabb’iniz bir, babanız bir, hepiniz Âdem’in çocuklarısınız, o da topraktandır” diyerek belirtmiş, ezilen insanların haklarına dikkatlerimizi çekmiştir. Cahiliye döneminin faizlerinin kaldırıldığını ifade etmiştir. Cahiliye devrinde fakirler faiz yükü altında ezilir, zenginleri hasım olarak görürlerdi.
İslam zengini ezmekten, fakiri de ezilmekten kurtardı. Böylece zengin sevilen sayılan, yoksullara işveren olmuş, fakir de hayat hakkına sahip olmuştur. Kadının eşya gibi alınıp satıldığı bir dönemde Peygamber Efendimiz Veda Hutbesi’nde; kadının haklarından bahsetmiştir. Erkek ve kadının birbirleri üzerinde hakları vardır. Kadın emanettir. Emanetin titizlikle korunduğu gibi o da nezaketle davranarak korunmalıdır. Saadet her iki tarafın da namuslu olmasıyla gerçekleşir. Eşlerden birine serbest hareket için her hangi bir ayrıcalık tanınmamıştır.

Muhterem Mü’minler!

Hz Peygamber hutbesini bitirdikten sonra yüksek sesle; “Tebliğ ettim mi?” dedi. Binlerce Müslüman yüksek sesle; “Yemin ederiz ki tebliğ ettin Ey Allahın Rasulü” dediklerinde, şehadet parmağını kaldırarak üç defa; “şahit ol Ya Rab” dedi ve “Bütün bunları burada bulunanlar bulunmayanlara söylesin” diyerek müminlere veda etti.

Veda Hutbesi’nin iradından sonra şu ayet nazil oldu: “Bu gün dininizi kemale erdirdim. Size ihsan ettiğim nimetimi tamamladım. Din olarak size İslam’ı seçtim.” Bu ayetin inişinden 81 veya 82 gün sonra Hz Peygamber’in vefat ettiği belirtilmektedir.

Allah hepimizi Veda Hutbesi’nin içerdiği mesajları anlayan, onlarla kalbini ve hayatını aydınlatan kullarından eylesin. (Amin.)








Hazırlayan :Abdülkadir ERKUT
ÜNVANI :İlçe Müftüsü Bozkurt / DENİZLİ

Denizli Müftülüğü’nün 22/02/2008 tarihli hutbesidir. 
Tecrid Terc. X, 395–404.
Maide, 5/3. 




İl ENİZLİ
AY YIL :ŞUBAT - 2008
TARİH :29/02/2008

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ إِنَّمَا الْخَمْرُ وَالْمَيْسِرُ وَالأَنصَابُ وَالأَزْلاَمُ رِجْسٌ مِّنْ عَمَلِ الشَّيْطَانِ فَاجْتَنِبُوهُ لَعَلَّكُمْ تُفْلِحُونَ
Maide Suresi / 90. Ayet
ALKOL ve UYUŞTURUCUNUN ZARARLARI

Değerli Mü’minler!
Allah-ü Teâlâ (C.C.) insanı en mükemmel şekilde yaratmış, yaratılan her şeyi onun emrine vermiş, sayısız nimetler bahşetmiş, akıl gibi en büyük bir nimetle diğer varlıklardan üstün kılmıştır. Büyük vasıflarla donatılan insanın; dünya hayatında yaratılışına uygun bir hayat sürmesi, ebedi âlemde de saadete ulaşması için kendine verilen bu güzellikleri muhafaza etmesi başta gelen sorumluluğudur.

İslam bu sorumluluğun gereği olarak insanı, yaratılış gayesinin dışına çıkaracak, Yaratan ve kullarının katında itibarını zedeleyecek davranışlardan uzak kalmasının yollarını göstermiştir. Mükemmeliyetin devamı için dinin, canın, aklın, neslin ve malın korunması esas alınmıştır.

Muhterem Müslümanlar!
İnsanı itibarından eden, olması gereken yerden aşağılara düşürecek olan davranışların başında içki ve uyuşturucu kullanımı gelmektedir. Rahmet dini olan İslam; insanların dünya ve ahiret mutluluğunu bozan, kişinin aklına, malına, sosyal konumuna büyük zararlar veren içkiyi kesinlikle yasaklamıştır. İnsanlık için felaketlere yol açan kin, nefret ve düşmanlığı artıran, Allah’a ibadet etmeyi unutturan içkiye dikkat çekilmiş ve Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyrulmuştur: “ Şeytan, içki ve kumar yoluyla aranıza ancak düşmanlık ve kin sokmak, sizi Allah’ı anmaktan ve namaz kılmaktan alıkoymak ister. Artık bunlardan vazgeçtiniz değil mi?” 1

Allah Resulü (SAV) de Hadis-i Şeriflerinde; “Her sarhoş edici içkidir ve her sarhoş edici de haramdır.” 2, “Kim Allah’a ve Ahiret Günü’ne inanıyorsa üzerinde içki içilen sofraya oturmasın.” 3, “İçkiden sakının, çünkü içki kötülüklerin anasıdır” 4 buyurmuştur.

Muhterem Mü’minler!
İçkinin ve uyuşturucunun vücudu tahrip ederek birçok hastalıklara sebep olduğu, kişide fiziksel ve ruhsal bağımlılığa yol açtığı tıbben tespit edilmiş bir gerçektir. Bu yüzden içki; birbirlerine dost olan arkadaşlar arasında tartışmalara ve kavgalara sebep olmakta ve bazen cinayetler işlenmektedir. Sarhoş ve uyuşturucu almış kişilerin araç kullanırken birçoğunun ölüme gittiğini ve birçok kişinin de ölümüne sebep olduğunu hemen her gün görmekteyiz. Yine evine bu şekilde gelen ve ailesi ile gereksiz yere tartışıp huzursuzluk çıkaran, hanımını ve çocuklarını döven ve yuvasını yıkanların sayısı hiçte az değildir.

Muhterem Müslümanlar!
Uyuşturucu ve içkiden gençlerimizi uzak tutmaya çalışalım. Gençler uyuşturucu ve içkiyi artık kolayca bulabilmektedir. Uyuşturucu bazı vicdansızlar tarafından ilköğretim okullarına kadar sokulmaya çalışılmaktadır. İntiharların, cinayetlerin, her türlü fuhuş, gasp ve anarşinin temelinde alkol ve uyuşturucu vardır. İç ve dış düşmanların en tahripkâr silahları da yine içki ve uyuşturucudur.

Sonuç olarak şunu belirtelim ki: Toplum inançlı; ruhen ve bedenen sıhhatli ve dinamik gençlerle ayakta durur. Fikren ve bedenen olgun bir nesil, bir milletin en sağlam dayanağıdır. Beyni uyuşturulmuş böylece enerji ve gençlik heyecanını, hizmet gayret ve azmini yitirmiş bir nesil ise bir milletin yok olması demektir. Üzerinde çeşitli oyunlar oynanan Müslüman – Türk Gençliği (Allah’ın izniyle) bu gibi zehirlerle ve yollarla da mağlup edilemeyecektir. Yeter ki millet olarak el ele verip üzerimize düşen görevi yapalım. Zamanında tedbirler alarak, gereken çareleri bulalım.

Hazırlayan :Musa KOCABAŞ
ÜNVANI :İmam - Hatip Çivril / DENİZLİ

Denizli Müftülüğü’nün 29/02/2008 tarihli hutbesidir.
1 – Maide Suresi–90. Ayet
2 – Buhari, Eşribe 1 VI. 240
3 – Tirmizi, Edep 43.V.113
4 – Et-Taç C.3 Shf. 144

 

 

 
 
İL                   ENİZLİ
AY-YIL         :MART–2008
TARİH          :07/03/2008
وَمِنْ آيَاتِهِ أَنْ خَلَقَ لَكُم مِّنْ أَنفُسِكُمْ أَزْوَاجًا لِّتَسْكُنُوا إِلَيْهَا وَجَعَلَ بَيْنَكُم مَّوَدَّةً وَرَحْمَةً إِنَّ فِي ذَلِكَ لَآيَاتٍ لِّقَوْمٍ يَتَفَكَّرُونَ
Rum Suresi / 21. Ayet
 
İSLAM’DA KADININ YERİ
 
Muhterem Müslümanlar!
 
Allah katında saygın bir yere sahip olan insan; kadın ve erkek olarak yaratılmıştır. Her varlığın yaratılışında olduğu gibi, erkek ve kadının yaratılışında da sayısız hikmetler mevcuttur.
 
Bir eş olarak kadın, hayat arkadaşımızdır. Hayatın zorluklarını, üzüntü ve kederlerini onunla paylaşarak hafifletiriz. O, bizim sadık bir dert ortağımızdır. Zaten aile yuvasının kuruluşunun temel esprisi de bu değil midir? “İçinizden kendinizle huzura kavuşacağınız eşler yaratıp, aranızda sevgi ve merhamet var etmesi, Allah’ın varlığının delillerindendir. Şüphesiz bunda düşünen bir toplum için dersler vardır”[1] ayeti, duygu ve sözlerimize ne güzel tercüman oluyor. Ayet, eşlerimizle bizler arasında var olan sevgi ve merhametin İlahi kökenli olduğunu bildiriyor.  
 
Aziz Mü’minler!
 
Peygamber Efendimiz gelmezden önce, insanlar kız çocuklarına önem vermezlerdi. Onlardan birisi kız çocuğu ile müjdelendiği zaman, yüzü simsiyah kesilirdi. Kadınlara mirastan pay verilmez, yetim kızlara adaletle muamele edilmezdi. İşte böyle bir zamanda Cenab-ı Hak, Sevgili Habibini gönderdi. Peygamberimiz onlara Allah’ın ayetlerini tebliğ etti. Doğru ile yanlış iyice belli oldu. Toplumda değer verilmeyen kadın, gerçek yerini buldu.
 
Kadını; iffet, şeref, ferdi ve sosyal haklarıyla toplumun içinde saygı ve şefkat gösterilmeye layık olduğunu belirten, ailenin ve toplumun saygın bir üyesi olarak tanıyan tek din İslam’dır. İslam, kadının bütün maddi ve manevi haklarını teminat altına almıştır. Biyolojik ve psikolojik yaratılışına uygun olarak hakkını veren, mülk edinmesini sağlayan, eğitim, sağlık, ekonomi, ziraat, ticaret gibi meslek alanları başta olmak üzere toplumun kalkınmasına yönelik bütün alanlarda çalışmasına fırsat veren yine İslam’dır.
 
Nitekim kadın da erkek gibi seçme, seçilme, düşünme, öğrenme, öğretme miras alma, miras bırakma, din ve inanç hürriyetine sahiptir.
 
Değerli Mü’minler!
 
Dünyanın her yerinde olduğu gibi İslam Dünyası’nda da maalesef kadınlara yönelik Kur’an ve Sünnet çizgisine ters düşebilecek bir takım olumsuz yaklaşımlar ve davranışlar gözlenebilmektedir. Büyük ölçüde gelenek- görenek, örf-adet ve kültürlerden kaynaklanan bu tür hatalı yaklaşımlar ve uygulamalar asla İslam’a mal edilmemeli, bu yolla yüce dinimize bühtanda bulunulmamalıdır.Müslümanlarda gerek düşümce, gerekse pratikte kadınlara hak ettikleri önemi vermeli, bu konuda Müslüman’a yakışmayacak davranışlar sergilememelidirler.  
 
Sevgili Peygamberimiz, hanımlara karşı daima sevgi, saygı, hoşgörü ve anlayış göstermiş, bırakın dövmeyi; hanımlara karşı hiçbir zaman kaba davranmamış, hep güler yüzlü olmuş ve konuyla ilgili olarak şöyle buyurmuştur: “Kadınların hakkını yerine getirme hususunda Allah’tan korkunuz. Zira siz onları Allah’ın bir emaneti olarak aldınız. Sizin en hayırlınız, ehline (eşine ve çocuklarına) en hayırlı davrananınızdır. Ve Ben de ehline karşı en hayırlı olanınızım.”[2]
Dolayısıyla Peygamberimizin hanımlara karşı gösterdiği bu tavır hepimiz için örnek olmalıdır.
                                                             
 
HAZIRLAYAN        :İrfan SÜPÜRGECİ
ÜNVANI                   :İmam-Hatip
                                    Sarayköy / DENİZLİ
 
Denizli Müftülüğü’nün 07/03/2008 tarihli hutbesidir.

 


 

[1] Rum Suresi 21. Ayet
[2] Müslim, Takva - 13
 
İL                   ENİZLİ
AY-YIL         :MART–2008
TARİH          :14/03/2008
وَقَاتِلُواْ فِي سَبِيلِ اللّهِ الَّذِينَ يُقَاتِلُونَكُمْ وَلاَ تَعْتَدُواْ إِنَّ اللّهَ لاَ يُحِبِّ الْمُعْتَدِينَ
Bakara Suresi / 190. Ayet
 
ÇANAKKALE ZAFERİ
 
Muhterem Müslümanlar!
    
Şanlı tarihimizin kahramanlık destanlarından biri de Çanakkale Zaferi’dir. Bu zaferin milletimizin tarihinde ayrı bir yeri ve önemli vardır. Bu büyük olay adeta bu gün meydana gelmiş gibi hafızalarımızda taze ve canlıdır.
 
Çanakkale savaşı; tarihin kaderini değiştiren, Türkiye’nin şan ve şerefini zirveye eriştiren, vatan sevgisi duygusunu bir kez daha hatırlatan iman gücünü bayraklaştıran ve orada savaşanları kahramanlaştıran bir destandır.
 
Değerli Mü’minler!
 
Çanakkale’de iman ve azmin karşısında maddi güç ve teknik dize gelmiş, hakkın ve haklının zaferi meydana gelmiştir.
 
Çanakkale’ye kibirle gelenlerin nasıl hüsranla döndüğüne, haçlı zihniyetinin ümit ışıklarının nasıl söndüğüne tarih şahit olmuştur.
 
Çanakkale; 250.000 şehidin kefensiz yattığı, Türk’ün şanına şan kattığı ve bir devrin battığı yerdir.
 
Aslını, öz benliğini, kimliğini, tarihini kültürünü ve misyonunu bilmeyen milletlerin yok olmaları haktır.
 
Değerli Kardeşlerim!
 
Atalarımızın kanı ile yoğrulmuş vatanımızı ilelebet savunmak ve müdafaa etmek hepimizin en kutsal vazifesidir. Peygamber Efendimiz (S.A.V.) bir Hadis-i Şerif’inde;  “Vatan Sevgisi İman’dandır” 1 buyurmaktadır.
Cenâb-ı Hak’ta Kuran-ı Kerim’de: “Ey İman edenler! Sizinle savaşanlarla Allah yolunda sizde savaşın, fakat aşırı gitmeyin, zira Allah aşırı gidenleri sevmez”2 buyurmaktadır.
 
Ecdadımız tarihi boyunca saldırı savaşı değil savunma amaçlı savaşmıştır. Çanakkale’de vatan topraklarımıza, ırz ve namusumuza, dinimize, mukaddesatımıza, bayrağımıza ve hürriyetimize göz diken düşmanlarımıza gereken cevabı vermişizdir.
 
Değerli Mü’minler!
 
Şu husus iyi bilinmelidir ki; milletimizin bekası, şehitlik ve gazilik ruhu kazanmış bir kalbe sahip olan nesiller yetiştirmekle mümkündür. Bunun için çocuklarımıza Çanakkale Destanı’nı ve ardındaki bu ruhu çok iyi anlatmalı ve aziz vatanımızın kıymetini, birlik ve beraberliğimizin değerini benimsetmeliyiz.
 
Çanakkale’de destan yazarak canları pahasına bu vatanı bizlere emanet eden aziz şehitlerimizi, Gazi Mustafa Kemal ve silah arkadaşlarını Çanakkale Zaferi’nin 93. Yıldönümü’nde minnet ve şükranla anıyoruz.
 
Hutbeme; Mehmetçiğin Destanı’nı yazan Mehmet Akif’in mısraları ile son veriyorum.
 
“Ey bu topraklar için toprağa düşmüş asker.
 Gökten ecdat inerek öpse o pak alnı değer.
 Ne büyüksün ki kanın kurtarıyor tevhidi,
 Bedr’in aslanları ancak bu kadar şanlı idi.
 
 Sana dar gelmeyecek makberi kimler kazsın
 “Gel seni tarihe gömelim” desem sığmazsın.
 
 Ey şehit oğlu şehit isteme benden makber
 Sana ağuşunu açmış duruyor Peygamber.”
 
HAZIRLAYAN        :Necmi ŞAHİN
ÜNVANI                   :İmam-Hatip
                                    Çivril / DENİZLİ
 
Denizli Müftülüğü’nün 14/03/2008 tarihli hutbesidir.
 
1-      Buhari-İman: 5
2-      Bakara Suresi - 190. Ayet
 
    İL                    :DENİZLİ     
   AY YIL            :MART–2008           
   TARİH             :21.03.2008
 
 
وَأَنفِقُواْ فِي سَبِيلِ اللّهِ وَلاَ تُلْقُواْ بِأَيْدِيكُمْ إِلَى
التَّهْلُكَةِ وَأَحْسِنُوَاْ إِنَّ اللّهَ يُحِبُّ الْمُحْسِنِينَ
 
Bakara Suresi / 195. Ayet
 
İSLAM’DA KORUYUCU HEKİMLİK
 
Muhterem Müslümanlar!
 
İslâm Dini, insan hayatına ve sağlığına büyük önem vermiştir. Kur'an-ı Kerim'de ve Hz. Peygamber'in hadislerinde, hayat ve sağlığın, Yüce Allah'ın insana en büyük emanet ve nimeti olduğu beyan edilerek, bunların korunması emredilmiştir. Dinimize göre, hastalıklardan korunmak, tedaviden daha önce gelmektedir.
 
Kur'an-ı Kerim temizliğe ve insan sağlığına büyük önem verir.[1] Dengeli beslenmenin gereğine işaret ederek, aşırı yemekten ve israftan insanları sakındırır.[2]Dinimiz, sağlık ve boş vaktin iki büyük nimet olduğunu, insanların çoğunun bu iki nimeti kullanmakta aldandığını bildirerek onları uyarmaktadır. Bu konuda Hz. Peygamber şöyle buyurmuşlardır: “İnsanların çoğunun aldandığı (ve kıymetini takdir etmediği) iki nimet vardır: Sağlık ve boş vakit."[3] Hastalanan kimselerin gerektiği şekilde tedavi olmalarını tavsiye eden Peygamber Efendimiz (s.a.v) bizzat kendisi de tedavi olarak bu konuda örnek olmuştur. Bir Hadis-i Şerif’te şöyle buyururlar: “Yüce Allah, indirdiği herhangi bir derdin, şifasını da indirmiştir. Her derdin bir devası (yani her hastalığın bir ilacı ve tedavisi) vardır. İlacı bulunur, tedavisi yapılırsa, Allah'ın izni ile hasta iyileşir.”[4] Türkçemizdeki ''Derdi veren Allah, dermanını da verir'' atasözü, bu hadisin en iyi ifadesidir.
 
 Aziz Kardeşlerim!
 
Hz. Peygamber, hem kendi sağlığıyla hem de ashabının sağlıklarıyla yakından ilgilenmiş ve zamanının bütün tedavi yöntemlerine başvurarak gerekli ilaçları kullanmıştır. Mesela, çeşitli rahatsızlıklarında defalarca kan aldırmış ve başkalarına da bunu tavsiye etmiştir.[5] Yine O'nun temizliğin önemine işaret ettiği, sık sık dişlerin misvaklaşmasını tavsiye ettiği bilinen hususlardandır.[6] Aynı şekilde, yiyecek-içecek kaplarının ağızlarının açık bırakılmamasını öğütlemiş, insanların gelip geçtikleri yerlere ve durgun sulara defi hacet yapılmamasını emretmiştir. Yine Efendimiz (s.a.v.) on dört asır önce karantina uygulamasını getirmiş ve “Bir yerde veba çıktığını duyarsanız oraya girmeyin, bulunduğunuz yerde veba çıkmışsa oradan ayrılmayınız”[7] ilkesini getirmiştir. Böylece Hz. Peygamber, ferdî ve umumî sağlığa dikkat edilmesine önem ve özen göstermiştir. İnsanın sağlıklı ve dinç olması için güreş, yüzücülük, binicilik, avcılık ve okçuluk gibi sporların yapılmasını istemiş ve çocuklara öğretilmesini de tavsiye etmiştir.
 
Değerli Mü’minler!
 
İslam'da insanın değeri çok büyüktür. Bütün varlıklar içerisinde en şereflisi insandır. İnsan yeryüzünde Yüce Allah'ın halifesidir, her şey insan için insan da Yaratan’ına kulluk için yaratılmıştır. Yüce Allah insanı en güzel şekilde yaratmış, ona şeref ve izzet bahşetmiştir. Bu sebeple o harika bir varlıktır. Hayatını ve sağlığını korumak da en başta gelen bir görevdir. Bu duygu ve düşüncelerle Yüce Rabb’imden sağlıklı ve rızasına uygun bir ömür niyaz ediyorum.
 
HAZIRLAYAN        :Halil ÇATAL
ÜNVANI                   :İmam-Hatip
                                    Çivril / DENİZLİ
 
Denizli Müftülüğü’nün 21/03/2008 tarihli hutbesidir.
 

 

[1] Maide, 6; Müddessir, 4
[2] En’am, 141; Araf, 31
[3] Tecrid-i Sarih Tercemesi, c.12, s. 357,
[4] Tirmizi, Tıb 2; Ebû Davûd, Tıb 1
[5] Buhari, Tıb, 11–12
[6] Buhari, Cum’a, 8
[7] Buhari, Tıb, 30
 
İL                   ENİZLİ
AY-YIL         :MART–2008
TARİH          :28/03/2008
وَأَن لَّيْسَ لِلْإِنسَانِ إِلَّا مَا سَعَى
Necm Suresi / 39. Ayet
          
DİLENCİLİK
 
Muhterem Müslümanlar!
 
Dinimiz, çalışmayı emir ve tavsiye ettiği gibi, bunu üstün bir fazilet olarak görmüş, tembelliği ve buna bağlı olarak dilenciliği de o ölçüde kötülemiş ve yasaklamıştır. Yoksulu doyurmak, isteyene vermek Müslümanın görevidir. Fakat insanın şeref ve haysiyetini zedeleyen, kişiliğini yok eden, yardımsever insanların temiz duygularının istismarına yol açan dilencilik; çirkin bir iş olarak görülmüştür.
Peygamberimiz (s.a.s.) yalnız üç sınıf insan için istemenin helâl olduğunu bildirmiştir.“Bunlar;
1-Şahıs veya topluluğa kefil olup borçlanan ve borcunu ödeyemeyen kimse.
2-Bütün malı bir felâketle yok olanlar.
3-Fakir düşen ve fakirliği onu tanıyanlarca kabul edilen kişilerdir. Bu durum dışındakilere dilenmek haramdır, dilenen de haram yemiş olur.”1
 
Bunların dışında kalan ve bir günlük yiyeceği bulunup, çalışıp kazanabilecek güce sahip birisinin dilenmesi ise caiz görülmemiştir. Allah Teala insanlığa çalışmayı emretmiş ve Kur’an-ı Kerim’de; “İnsan için ancak çalıştığı vardır”2 buyurmuştur.
 
Bununla ilgili olarak Peygamber Efendimiz (s.a.s.) de dilenciliği meslek hâline getirenlere: “Her kim çok mal toplamak için insanlardan, onların mallarını dilenir durursa, muhakkak bir ateş parçası istemektedir”3 buyurmuş, ayrıca; Sizden birinizin; bir kucak odun toplaması sonra o odun demetini sırtına yüklenip satması, kendisi için yardım edeceğini düşündüğü, ancak yardım etmeyecek bir kişiye gidip istemesinden elbette çok daha hayırlıdır. Dilendiği kimse ya verir ya vermez. Veren el alan elden üstündür. Harcamaya, önce bakımını üstlendiklerinden başla” 4 buyurmuşlardır.
 
Aziz Mü’minler!
 
İslâm; çalışmayan, tembel tembel oturan, başkalarına yük olan Müslümanları iyi bir Müslüman saymamıştır. Yukarıdaki Hadis-i Şerif’lerden anlaşılacağı gibi, dilenmek ve dilenciliği bir meslek hâline getirmek şiddetle yasaklanmıştır. Dilencilik; tembellik ve halkın yardım duygularını istismardan başka bir şey değildir. Böyleler İslâmiyet’in tevekkül anlayışını da kendi düşünceleri açısından değerlendirmekten çekinmezler. Onlar, çalışmadan oturup başkalarından bir şeyler beklemeyi tevekkül sayarlar.
İslâm Dini kadar insana benliğini, izzet-i nefsini ve şerefini korumanın yollarını öğreten hiçbir din, hiçbir ahlâkî sistem yoktur. İslâm'a göre ümmetin geleceği, toplumun şeref ve namusu ne kadar önemli ise, kişinin izzet-i nefsi de o kadar önemlidir ve mutlaka korunması gereken bir şeydir. Her Müslüman bu değerli emaneti korumakla mükelleftir. İşte bu emaneti koruyabilmek için insanlara bütün fazilet yolları gösterilmiş, kötülüklerden sakınmaları emredilmiştir.
        
Değerli Mü’minler!
 
Her kötülük insanın benliğinden ve şerefinden bir şeyler alıp götürür. Hiçbir ihtiyacı olmadığı halde el açıp dilenenlerin durumu ise daha kötüdür. Çünkü onlar, dilenmekle, şeref ve itibarlarının kökünden yok olmasına ve âdeta manevî müflis durumuna düşmelerine sebep olurlar. Bunun için fakirlere, acizlere yardımı kuvvetle emreden İslâm, fakir olmayanların, ihtiyaç içinde bulunmayanların dilenmelerini de aynı şiddetle yasaklamıştır.
         
 Hz. Peygamber (s.a.s.), bir taraftan dilencilik gibi bir kötülükten Müslümanları uzak tutmaya çalışırken, diğer taraftan onlara çalışmayı tavsiye buyurmuş ve hiçbir müslümanın, çalışıp kazanmanın şerefini, dilenmenin zilleti ile değiştirmemesini istemiştir.
HAZIRLAYAN        :Aytekin YİĞİT
ÜNVANI                   :İmam-Hatip
 Bekilli / DENİZLİ
Denizli Müftülüğü’nün 28/03/2008 tarihli hutbesidir.
1- Müslim, zekât: 109
2- Necm S.-39. Ayet
3- Müslim, zekât: 105
4- Müslim, zekât: 107




 

              

İL                  :DENİZLİ
AY - YIL       :NİSAN - 2008
TARİH          :04/04/2007
KUR’AN İLAHİ BİR MUCİZEDİR
  
لَقَدْ أَرْسَلْنَا رُسُلَنَا بِالْبَيِّنَاتِ وَأَنزَلْنَا …مَعَهُمُ الْكِتَابَ
Hadid Suresi / 25. Ayet
 
 
 
Muhterem Mü’minler!
 
Yüce Allah emir ve yasaklarını, helal ve haramlarını, öğüt ve tavsiyelerini insanlara tebliğ etsin, onlara örnek ve rehber olsun diye ilk insandan itibaren peygamberler göndermiş ve onlara kitaplar indirmiştir. Bu hususta Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyrulur: “Andolsun, biz elçilerimizi açık mucizelerle gönderdik ve beraberinde kitap indirdik.”[1]
            Son Peygamber Hz Muhammed (SAV)’e gönderilen Kur’an; Yüce Allah tarafından vahiy yolu ile Arapça olarak, peygamber indirilen, nesilden nesile bize kadar tevatüren gelen Mushaflardan yazılı, Fatiha Süresi ile başlayıp Nas Süresi ile sona eren 114 sureden oluşan mucize bir kelamdır.
           
Değerli Mü’minler!
 
Bizler mü’minler olarak; Kur’an’ın Allah kelamı olduğuna, her tavsiye ve hükmünün emir ve yasağının insanları en doğru yola ilettiğine, helal ve haramlarının insanların yararına olduğuna, verdiği bütün bilgi ve haberlerin doğruluğuna ve hükümlerinin uygulanabilirliğine iman ederiz. Çünkü Kur’an; mübarek bir gece olan Kadir Gecesi’nde indirilmiştir.[2] “Kur’an, Allah’ın sağlam bir ipidir. Kur’an; hak ile batılı, hayır ile şerri birbirinden ayırır. Kur’an; kendinden önceki kitapları doğrular.”[3]  “Kur’an, bütün alemler için yol göstericidir. Kur’an, insanlar için müjdeci ve uyarıcıdır. Kur’an, apaçık bir ışıktır. Kur’an; hayranlık veren bir kitaptır; kalpleri dirilten, kalplere hayat verendir. Kur’an, insanlar tarafından benzeri getirilemeyen eşsiz bir kitaptır.”[4] Mü’minlere hidayet, rahmet ve şifa olan Kur’an’ın koruyucusu Allah’tır. Netice olarak Kur’an, İlahi bir mucizedir.
 
Aziz Kardeşlerim!
 
Kur’an’ın rehberliğinden istifade edilebilmesi için bütün hükümlerinin hayata geçirilmesi gerekir. Kur’an, sadece Hz. Peygamber dönemine ait bir kitap değil, varlığını ve rehberliğini dünya durdukça sürdürecek olan, çağları aşan ve kucaklayan bir kitaptır. Zamanın geçmesiyle eskiyen değil, daima tazeliğini ve güncelliğini koruyan, insanları geriye değil daima ileriye götüren; ilim, teknik ve gelişmelerle çatışan değil örtüşen bir kitaptır. Emir ve yasakları, helal ve haramları, hüküm ve tavsiyeleri, zamanın geçmesiyle değişmez ve değerini yitirmez.
 
Aziz Cemaat!
 
Hutbemi bir Hadis-i Şerifle bitirmek istiyorum.
Allah Rasülü (SAV) şöyle buyurdu: “Size iki şey bırakıyorum. Onlara sarıldığınız müddetçe asla sapıtmazsınız. Bunlar da Allah’ın Kitabı (Kur’an) ve Benim Sünnetimdir.”[5] 
 
HAZIRLAYAN    : Ekrem BAKAR
ÜNVANI            : İmam-Hatip/ Babadağ
 
 [1] Hadid, 25/25
[2] Kadr, 97/1
[3] Fatır, 35/31
[4] İsra, 17/88
[5] Muvatta, Kader 3



   

İLİ      ENİZLİ
AY VE YIL: NİSAN 2008
TARİH      : 11.04.2008
KUTLU DOĞUM
HZ MUHAMMED(SAV)
لَقَدْ كَانَ لَكُمْ فِي رَسُولِ اللَّهِ أُسْوَةٌ حَسَنَةٌ لِّمَن كَانَ يَرْجُو اللَّهَ وَالْيَوْمَ الْآخِرَ وَذَكَرَ اللَّهَ كَثِيراً
Ahzab Suresi / 21.Ayet
             Muhterem Müslümanlar!
            Yüce Allah’ın en sevgili kulu ve son peygamberi Hz. Muhammed (s.a.v) bir saadet güneşi olarak doğdu. Kurumuş toprakların su ile yeşerdiği gibi Peygamberimizin gelmesiyle insanlık yeniden hayat buldu.
             O’nun, gönüllerde yaktığı iman ışığı sayesinde cehaletin yerine ilim, zulmün yerine hak ve adalet, kin ve düşmanlığın yerine insan sevgisi, acımasızlığın yerine şefkat ve merhamet geldi. Gerçek anlamda İslam kardeşliği kurularak, toplum barış ve huzura kavuştu.
          İnsanlara dünya ve ahirette mutlu olmanın aydınlık yolunu gösteren Peygamberimiz (s.a.v), öğrettiği ahlaki ilkeleri önce kendisi uygulayarak en güzel örnek oldu. Yüce Allah Kur’an-ı Kerim’de Peygamberimiz hakkında; “Sen elbette yüksek bir ahlaka sahipsin”[1] buyurarak, O’nun yüksek ahlak sahibi bir şahsiyet olduğunu bildirmiştir. O, ahlakını Kur’an’dan almış, bütün güzellikleri kendisinde toplamıştır. Saygı değer eşi Hz. Aişe (R.A.ha)’ya Peygamberimizin ahlakının nasıl olduğu sorulduğunda; “O’nun ahlakı Kur’an idi”[2] buyurmuştur. O, davranışları ve üstün kişiliği ile insanlık için en güzel örnektir. Allah-ı Teala Kur’an-ı Kerim’de; “Andolsun, Allah’ın elçisinde sizin için; Allah’a ve ahiret gününe kavuşmayı uman, Allah’ı çok anan kimseler için güzel bir örnek vardır”[3] buyurmuş ve onun yaşayışını örnek almamızı istemiştir.
         Muhterem Müslümanlar!
         Şimdi kısaca Peygamberimizin yaşayışına ve ahlaki davranışlarına birlikte göz atalım:          Peygamberimiz, doğruluk ve dürüstlüğün en güzel örneği idi.  O, çocukluğundan itibaren doğruluktan ayrılmamış, hiç yalan söylememiştir. Öyle ki içinde yaşadığı toplum, O’na;  “Muhammed’ül-Emin” yani “Güvenilir Muhammed” adını vermiştir. O, şefkat, merhamet ve insan sevgisi ile dolu idi ve “Merhamet etmeyene, merhamet olunmaz”[4] buyurmuştur. Ashabının diliyle insanların en cömerdi olan Allah Resulü, kendisinden bir şey isteyen hiç kimseyi boş çevirmez, eline ne geçerse ihtiyacı olanlara dağıtırdı. Son derece cömert olduğu gibi, dilenciliği de hiç sevmezdi. Allah’ın son Peygamberi olduğu halde aşırı derece övülmekten hiç hoşlanmazdı. 
Peygamberimiz, güler yüzlü, yumuşak huylu ve son derece nazik idi. Kaba ve kırıcı hiçbir davranışta bulunmamış, kimseyi azarlamamıştır. Son derece adil ve insaf sahibi olan Peygamberimizin adaletini düşmanları bile kabul etmişti. En zor ve en çetin olaylarda kabileler onun hakemliğine başvuruyor ve kararını saygı ile karşılıyorlardı.
            Muhterem Mü’minler!
 Peygamberimizin üstün vasıflarından biriside misafirperverliğidir. O,misafirlerini en iyi bir şekilde ağırlar, onlara bizzat kendisi hizmet ederdi. Yaşayışı son derece sade ve temiz olan Efendiler Efendisi, bedenini daima temiz tutar, elbiselerinin temizliğine çok dikkat ederdi. Hz. Peygamber, her an Allah’ı anar, ibadetten çok büyük haz duyardı. Geceleri kıldığı namazlarda uzun süre ayakta durmaktan ayakları şişerdi. O, âlemlere rahmet olarak gönderilen son Peygamber olduğu halde Allah’tan, herkesten daha çok korkardı. Örnek bir aile reisi olan Efendimiz, hanımlarına karşı çok nazik bir eş, çocuklarına karşı da şefkatli bir baba idi. Ev işlerinde hanımlarına yardım ederdi. Peygamberimiz, çocukları çok severdi. Onları kucağına alıp okşar, sevgi ve şefkatle öperdi. “Allah’tan korkun; çocuklarınız arasında adaletli davranın”[5] buyurmuşlardır.
            Aziz Müminler!
Özet olarak Peygamberimiz; her yönüyle tertemiz, kalbi şefkat ve merhamet duyguları ile dopdolu, inananları kendinden çok düşünen, ömrünü insanlığın kurtuluşu için adayan büyük bir Peygamber, en üstün ahlaki faziletleri kendisinde toplayan örnek bir şahsiyet idi.
            Ne mutlu, O’nun gösterdiği aydınlık yoldan gidenlere...
             Ne mutlu, O’nun yaşayışını ve ahlaki davranışlarını örnek alanlara...
HAZIRLAYAN                  : Bilal AYDIN
ÜNVANI                              : İmam-Hatip/ Sarayköy
 
Denizli Müftülüğünün 11/04/2007 tarihli hutbesidir.


[1] Kalem, 4
[2] Müslim, Müsafirun 139
[3] Ahzap, 21
[4] Buhari, Edeb 18
[5] Buhari, 8-Hibe, 26




İL                  :DENİZLİ
AY YIL         :NİSAN - 2008
TARİH          :18/04/2008
HZ. PEYGAMBER’İN ÇOCUK SEVGİSİ
           
رَبَّنَاهَبْ لَنَا مِنْ أَزْوَاجِنَا وَذُرِّيَّاتِنَا قُرَّةَ أَعْيُنٍ وَاجْعَلْنَالِلْمُتَّقِينَ إِمَاماً
 
 
 
Muhterem Müslümanlar!
Yüce Rabbimizin dünya hayatında biz kullarına ihsan ettiği büyük nimetlerden biri de, şüphesiz ki çocuklarımızdır. Onlar, yuvamızın güneşi, gönlümüzün neşesi, hayatımızın ziynetleri / süsleridir. Gülmeleri bizi sevindirir, ağlamaları bizi üzer. 
Muhterem Cemaat!
Sevgi kelimesi çocuklar için kullanıldığı zaman en isabetli ve kıymetli anlamını kazanır. Zira çocuk ruhunun en verimli gıdası sevgidir. Bu yüzden Peygamberimiz (s.a.v)’in sevgisini ve merhametini en çok gösterdiği kişiler çocuklar olmuştur. Onun getirdiği rahmet prensiplerinde, çocuk eğitimi için evrensel ilkeler ortaya konmuştur. Resulullah’ın çocuklara karşı sevgisi, kuru bir sevgiden ibaret değildi. O bu sevginin gereği­ni yerine getirmiş, onların fiziken ve ru­hen gelişimine, eğitim ve öğretimine büyük özen göstermiş ve bu hususta  "Bir baba, evladına iyi bir terbiye­den daha güzel bir miras bırakamaz”[1] buyurmuştur.
 
Muhterem Kardeşlerim!
Hz. Peygamber (s.a.s.) Efendimizin hayatı, O’nun çocuk sevgisini açık bir şekilde ortaya koyan örneklerle doludur. O günkü toplumda yerleşmiş bulunan bir takım yanlış anlayış ve uygula­malara aldırmadan çocukları öpmüş, koklamış, onlara selâm vererek, onların hâl-hatırını sormuş, çeşitli davranış ve sözleriyle her fırsatta onlara karşı sevgi, merhamet ve şefkatini göstermiştir.[2]
 
Hz. Peygamber (s.a.v), bazen çocukların oyununa katılır, onlarla ilgilenir ve onla­rı sevindirirdi. Çocuklar bu ilgiden çok hoşnut olur ve onun yolunu gözlerlerdi. Yanında çocuğu bulunan bir kimse ile karşılaştığında, ilk önce çocukla ilgilenir, onu sever, gönlünü alır, çeşitli hediyelerle onları sevindirir, daha sonra büyüklerle                                                                     ilgilenirdi.
Mekke'nin fethi esnasında O'nu en çok bir grup çocuğun kendisini karşılaması sevindirmişti. Çocukların hepsini severek hatırlarını sormuş, içlerinden İbn-i Abbas ve İbn-i Cafer'i bineğinin terkisine alarak Mekke’ye girmişti.[3]
Muhterem Cemaat!
Hz Peygamber’in çocuklara olan sevgisinde dikkat çeken bir husus da; O’nun çocuklar arasında erkek-kız ayrımı yapmamasıdır. O yüzdensevgi, şefkat ve benzeri hususlar ile eğitim ve öğretim konularında çocukları arasında kız-erkek ayrımı yapan­lar İslâm'ın özünü, Hz. Peygamber’in eğitim sistemini ve örnek hayatını tam bir şekilde öğrenememiş ve anlayamamış kimselerdir. Çünkü Rasulallâh (s.a.s.) kızı Hz Fatıma’yı çok severdi. O her yanına geldiği zaman O’nu ayakta karşılar kucaklayıp öper ve yanı başına oturturdu. Üstelik Hz. Peygamber’in soyu, kızı Fatıma (R.A.)'dan olan torunlarıyla devam etmiştir.  Ayrıca O Kutlu İnsan’ın;"Kim ki kendisine kız çocuk verilir de onlara ihsanda bulunursa (yani onları sevgi, şefkat ve merhametle sever ve onları güzelce eğitirse); o kız çocukları kendisine karşı cehennem ateşine perde olur"[4] sözü bize adeta kız çocukları için pozitif ayrımcılığı tavsiye etmektedir.  
Evet! Muhterem Müslümanlar!
23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı’nı kutlamaya hazırlandığımız şu günlerde unutmayalım ki çocuklarımız bizim geleceğimiz, göz bebeklerimiz ve ciğerparelerimizdir. Onların en büyük ihtiyacının sevgi olduğunu bilelim. Çünkü insanın temiz havaya ne kadar çok ihtiyacı varsa çocuklar da sevgi ve şefkate o kadar muhtaçtırlar.
Yine unutmayalım ki çocuklarımıza bırakabileceğimiz en kıymetli miras “iyi bir terbiye” ve “güzel ahlak”tır; topluma bırakabileceğimiz en değerli miras da Allah’ı bilen, Peygamberini tanıyan, vatanını, milletini, bayrağını seven, iyi insan, iyi müslüman ve iyi vatandaş olan “hayırlı bir evlat”tır. Bunu sağlamanın en kolay yolu da insanlığa sunulan En Gü­zel Örnek olan Hz. Peygamber’in öğütlerine uymak ve O’nu güzelce tanıtmaktır.
 
Hutbemizi bir Hadis-i Şerif ve bir Ayet Meali ile bitirmek istiyorum: “Cennet'te daru'l-ferah (yani huzur dolu yurt) adı verilen bir yer vardır ki, oraya ancak çocukları sevindirenler girerler."[5]
 “Ey Rabbimiz! Eşlerimizi ve çocuklarımızı bi­ze göz aydınlığı kıl ve bizi Allah'a karşı gelmek­ten sakınanlara önder eyle”[6]
 
HAZIRLAYAN    :Abdullah YALMAN 
ÜNVANI                   : İlçe Vaizi / Güney
 
Denizli Müftülüğünün 18/04/2008 tarihli hutbesidir.


[1]Tirmizi, Birr, 33
[2]Buhârî, Edeb, 81; Müslim, Selâm, 15
[3]Tecridi Sarih Trc . X 309.
 
[4] Buhari, Zekât, 10
[5] Camiu's Sağir, I. 92
[6] Furkân, 26/74








İL                 :DENİZLİ
AY YIL         :NİSAN - 2008
TARİH          :25/04/2008
İSLAM’DA GÖRGÜ KURALLARI       
لَقَدْ خَلَقْنَا الْإِنسَانَ فِي أَحْسَنِ تَقْوِيمٍ
Tin Suresi / 4.Ayet
 
Muhterem Müslümanlar!
Yüce dinimiz İslâm;  doğumdan  ölüme  kadar hayatın ne şekilde  yaşanacağını, davranışların nasıl olacağını, iç  ve dış dünyamızın ne şekilde bir  yapıya  kavuşturulacağını  tespit  etmiştir. Madden ve mânen  sağlıklı bir fert, sağlıklı bir aile  ve  sağlıklı  bir  toplumun  yolu   İslâm’ın emrettiği  hayat tarzını    yaşamak ile mümkün olabilecektir. 
Allah-ı Teala Kur’an-ı Kerim’de; “Biz insanı en güzel şekilde yarattık”[1] , “Ey inananlar! And olsun ki, sizin için, Allah'a ve âhiret gününe kavuşmayı umanlar ve Allah'ı çok anan kimseler için Resulallah en güzel örnektir”[2] buyurmaktadır.
Muhterem Kardeşlerim,
Yüce dinimiz İslam’ın en önemli gayesi kâmil-olgun insan yetiştirmek, toplumun huzurunu ve mutluluğunu sağlamaktır. Mükemmel bir şekilde yaratılan insanın her iki âlemde mutluluğu ve huzuru, Allah Resulünü örnek almakla mümkün olacaktır. Bu yapının sağlanmasında adab-ı muaşeret-görgü kurallarının da önemli etkisi vardır. Peygamber Efendimiz bize; Müslüman’ca yaşamayı öğretti. Otururken, kalkarken, yerken, içerken, konuşurken, gülerken bizi başkalarından ayıran bir hayat tarzından söz etti. Bizi görenlerin "Bu adam Müslüman" diyeceği bir yaşama üslûbuna sahip olmamızı tavsiye etti.
Bir işe başlayacağımız zaman “besmele” yi, bir evi ziyarete gittiğimizde kapıyı çalmayı, kim olduğumuzu söylemeyi, ev sahibinin kapıyı açtığında evin içersini görmemek için kenarda beklemeyi, yemek yerken sağ elle yemeyi, sofrada tıka basa yememeyi, su içerken oturmayı ve üç nefeste içmeyi Rasulallah öğretti bize[3].
Konuşurken edepli konuşmayı, kimseyle alay etmemeyi, taklidini yapmamayı, lakaplar takmamayı, insanlara güler yüzle, tatlı dille muamele etmeyi en güzel örnek olan Rasulallah öğretti bizlere.[4]
Değerli Mü’minler!
Yolda bir Müslüman kardeşimizle karşılaştığımızda selâm vermeliyiz. Bir şey alırken, satarken, borcumuzu öderken anlayışlı ve kolaylık yanlısı olmalıyız. Kendisine borçlu olduğumuz kimse uygun olmayan bir tarzda alacağını istese bile ona anlayış göstermeliyiz.[5]
Komşularla iyi geçinmek, karşılıklı yardımlaşmak, sokakta yürürken yerlere tükürmemek, çöp atmamak, yola mani olabilecek şekilde araba park etmemek, ihtiyar, kadın ve hastalara öncelik vermek, uymamız gereken görgü kurallarından bazılarıdır.
 
Muhterem Mü’minler!
İslam’ın adab-ı muaşeret-görgü kuralları toplumun yapı taşları, harcı, çimentosudur. Allah Resulü’nün hayatından günümüze kadar gelen bu kuralların önemini bu gün çok daha iyi anlıyoruz. Şunu da iyi bilmeliyiz ki, toplumsal barışın ve mutluluğun teminatı İslam’ın ışığındaki adab-ı muaşeret-görgü kurallarıdır.
 HAZIRLAYAN : Mustafa ŞAHİN
ÜNVANI           : İmam-Hatip / Baklan
 

[1] Tin, 95/4)
[2] Ahzab, 33/21
[3] Buhârî, İsti'zân 13, 17; Müslim, Âdâb, 39; Ebû Dâvûd, Edeb 127, 128).
[4] Buhârî, Edeb 31, 57; Müslim, Îmân 74
[5] Buhârî, Büyû‘ 16, Vekâlet 6).





  
MAYIS AYI HUTBELERİ



İL ENİZLİ
AY - YIL       :MAYIS - 2008
TARİH          :02/05/2008
 
وَمَن يُرِدْ فِيهِ بِإِلْحَادٍ بِظُلْمٍ نُذِقْهُ مِنْ عَذَابٍ أَلِيمٍ
 
Hacc Suresi / 25. Ayet
 
FAHİŞ KAZANÇ
 
Muhterem Müslümanlar!
 
Yüce Dinimiz İslam; Cenab-ı Hakka kulluğu ve O’nun yarattıklarına karşı merhametli olmayı emreder. Zulmü ve zulme yol açacak davranışları ise yasaklar. İnsan hayatının her safhasını ve toplumu, emir ve yasakları ile yönlendiren dinimiz; insanların maddi ihtiyaçlarını sağlamak hususunda gayet hassas davranmış, haksız tasarruflara izin vermemiştir.
 
Dinimizin yasakladığı haksız ve zararlı kazanç şekillerinden biri de ihtikârdır. İhtikâr; ihtiyaç maddelerinin depolanarak suni fiyat artışı sağlanan, haksız bir kazanç şeklidir. Bu yolla birkaç liralık fazla kar için insanların temel ihtiyaçları saklanmak istenir. Nimetler; gelecekteki çıkarlar uğruna insanlardan esirgenir. Cenab-ı Hakkın; kâfirlere bile rızık verdiği ve onları darlıkta bırakmadığı halde, bazı insanların daha fazla kar elde etmek için gıda maddelerini stoklamaları hem toplumun hukukunu çiğnemek, hem de Allah’ın vermiş olduğu nimetlere nankörlük etmektir. Bu hususta Yüce Rabbimiz şöyle buyuruyor: “Orada zulümle yanlış yola saptırmak isteyeni, can yakıcı bir azaba uğratırız.”[1] Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (s.a.v.) de bir Hadis-i şeriflerinde şöyle buyururlar: “Kim; Müslümanların yiyeceklerine ihtikâr yaparsa, Cenab-ı Hak onu cüzzam ve iflasa düçar eder.”[2]
 
Muhterem Mü’minler!
 
İnsanların hukukunu korumaya önem veren, malın ve canımızın muhafazasını emreden dinimiz; stokçuluğu, karaborsacılığı kesinlikle yasaklamış, ticareti, alışverişi ve ticaret hayatında canlılığı teşvik etmiştir. Helal kazanç için çalışanları da övmüştür. “Fazla kar elde edelim” diyerek, gıda maddelerinin ve zaruri ihtiyaç malzemelerinin stoklanması, hem halkımıza hem de ekonomimize zarar verecektir.   
 
Bu da iktisadi hayatın bozulmasına, dolayısıyla pahallılığın artmasına sebep olacaktır. İnsanların birbirlerine olan güvenlerini de sarsacaktır. Bu hususta şunu unutmamalıyız: Milli birlik ve beraberliğini, kardeşliğini yitiren toplumlar; varlıklarını ve benliklerini kaybetmekle yüzyüzedirler.
 
Hutbemizi Peygamber Efendimiz’in şu Hadis-i şerifleriyle bitirelim: “Mal getirip piyasaya süren, rızıklanmıştır. İhtikâr yapan ise aldanmış ve iflas etmiştir.”[3] “Kim yiyecek hususunda stokçuluk yaparsa; Cenab-ı Hak’tan uzaklaşır. Cenab-ı Hak’ta ondan uzaklaşır.”[4]
 
HAZIRLAYAN : Ahmet DİLEK
ÜNVANI            : Merkez Cezaevi Vaizi
 
Denizli Müftülüğü’nün 02/05/2008 tarihli hutbesidir.
 


[1] Hacc Suresi / 25. Ayet
[2] Müslüm, Müsakat, 26; Tirmizi, Büyü, 40
[3] Heytemi, Mecmeuz-Zevaid, IV, 101
[4] Münziri, Et-Terğib vet-Terhib, II,586


İL                   ENİZLİ
AY-YIL         :MAYIS–2008
TARİH          :09/05/2008
 
وَمِنْ آيَاتِهِ أَنْ خَلَقَ لَكُم مِّنْ أَنفُسِكُمْ أَزْوَاجًا لِّتَسْكُنُوا إِلَيْهَا وَجَعَلَ بَيْنَكُم مَّوَدَّةً وَرَحْمَةً إِنَّ فِي ذَلِكَ لَآيَاتٍ لِّقَوْمٍ يَتَفَكَّرُونَ
 
Rum Suresi / 21. Ayet
HUZUR KAYNAĞI AİLE
Aziz Mü’minler!
Kur’an-ı Kerim, insanı en üstün varlık kabul eder. Allah-ı Teala onu en güzel surette yaratmış, akıl gibi üstün yeteneklerle donatmıştır. Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyrulmuştur: “Andolsun ki biz, insanı en güzel surette yaratık.”[1] İnsanın diğer yaratıklara göre bu üstünlüğü sebebiyledir ki, O yeryüzünde Allah-ı Teala’nın iradesini temsil etme görevi gibi üstün bir görevle de böylesine Allah’ın üstün bir varlığı olan insan, yalnız başına değil, aile ve toplum halinde yaşar, insanın içinde yaşadığı toplumun en küçüğü hiç şüphe yok ki ailedir. Aileler birleşerek toplumu meydana getirir. Bu çekirdek topluluk her çeşit faziletin kaynağıdır. Sağlıklı nesiller bu yuvada yetişir. Çocuk yaratılışla ilgili gelişmesini de, ahlak ve terbiyesini de önce buradan alır. İnsan sevgisinin kaynağı da ailedir. Bir milletin sahip olduğu bütün özellikleri bir ailede görmek mümkündür.
Değerli Müslümanlar!
            Bir toplumda aile ne kadar sağlam temellere oturursa o aileden meydana gelen toplum, o nispette sağlam yapıya sahip olur. Bunun içindir ki, dinimiz aileye büyük önem vermiştir. Dolayısıyla evlenme yoluyla kurulan aile yuvası basit bir şey değil, bilakis toplumun özü ve temelidir. “Aile toplumun çekirdeği, en küçük bir numunesidir. Sevgi, saygı, itimat ve birbirine bağlılık esaslarına göre varlığını devam ettiren bir aile yuvası toplumun huzur ve mutluluk kaynağıdır.”
 
            Yüce Allah, farklı cinslerin bir araya gelerek sevgi ve saygı temeline dayalı bir huzurlu aile kurmalarını öngörmüştür. Nitekim Kur’an-ı Kerim’de, “İçinizden kendileriyle huzura kavuşacağınız eşler yaratıp, aranızda sevgi ve rahmet var etmesi, Allah’ın varlığının belgelerindendir. Bunlarda düşünen bir toplum için dersler vardır.”[2] buyrulmaktadır.
            Bu gerçeğe rağmen, geçmişte olduğu gibi günümüzde de ailevi huzursuzluklar toplumun önemli bir problemini oluşturmaktadır. Sevgi ve anlayış eksikliği geçimsizliği, geçimsizlik ise kötü muamele ve aile içi şiddeti doğurmaktadır. Özellikle kadınlar ve çocuklara yönelik aile içi şiddet boşanmalara yol açmakta, parçalanmış aile bireyleri toplumun problemli üyeleri haline gelmektedir.
Aziz Mü’minler !
O haldeUnutmayalım ki, huzurlu bir toplum, sağlam ve güçlü bir aileden meydana gelir. Sağlam bir ailenin ancak birbirini seven, birbirine sadık, birbirlerine güvenen aile bireylerinden oluştuğunu aklımızdan çıkarmayalım.                                 
HAZIRLAYAN : Hamza İŞLEYEN
ÜNVANI             : İmam-Hatip / Babadağ
 Denizli Müftülüğü’nün 09/05/2008 tarihli hutbesidir.


[1] Tin, 4
[2] Rum, 21


İL                   ENİZLİ
AY - YIL       :MAYIS - 2008
TARİH          :16/05/2008
 
ثُمَّ لَتُسْأَلُنَّ يَوْمَئِذٍ عَنِ النَّعِيم
 
Tekasür Suresi / 8
 
PEYGAMBERİMİZ VE GENÇLİK
 
Muhterem Müslümanlar!
           
Gençlik, tüm hareket ve heyecanıyla, geçen dünümüzün adı, istikbalimizi teslim edeceğimiz yarınlarımızdır.
           
            Gençlik, Yüce Allah’ın insanlara bahşettiği ömür nimetinin, çok iyi değerlendirilmesi gereken en önemli dönemidir. Bu ömür sermayesinin en iyi şekilde değerlendirebilmek için bulunmaz bir fırsattır. Çünkü gençlik, çalışıp kazanma, evlenip aile kurma, insanlara yararlı olma ve Allah’a ibadet etme bakımından hayatın en verimli çağıdır.
           
            Değerli Müminler
 
            Gençlik çağının başı olan ergenlik, dini açıdan sorumluluğumuzun başladığı dönemdir. Onun için, varlık sebebimizi, niçin yaratıldığımızı, nereye gideceğimizi, kısacası hayatımızı, sorgulamalıyız. Bunun için her insan, Allah’ın verdiği bütün nimetlerden ve özellikle de gençliğini nerede ve nasıl harcadığından sorguya çekilecektir. Nitekim Cenab-ı Allah, bu gerçeği Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyurmuştur: “O gün, hepiniz bütün nimetlerden sorguya çekileceksiniz.” (1)
 
Hz. Peygamber (s.a.v)’de, gençliğin önemine dikkat çekerek:
 “İnsanoğlu, Kıyamet gününde:
-          Gençliğini nerde ve suretle harcadığından,
-          Yaptığı işleri ne maksatla yaptığından,
-          Malını nerden ve nasıl kazandığından,
-          Nerelere sarf ettiğinden,
-          Vücudunu ve sıhhatini nerede ve suretle yıprattığından sorguya çekilmedikçe, yerinden ayrılmaz,” (2) buyurmuştur.
 
Başka bir Hadis’inde de Peygamberimiz; kıyamet gününde arşın gölgesinde barınacaklar arasında, Rabbine ibadet ederek yetişen gençleri de sayarak, gençken dini yaşamanın önemine işaret etmiştir.
 
Aziz cemaat!
 
Gençlik, milletlerin geleceği ve en önemli güç kaynağıdır. Bunun için her toplum, kendi geleceğini garanti altına almak, milli ve manevi değerlerini yükseltip geliştirmelik maksadıyla bilgili, görgülü, çalışkan ve üretken nesiller yetiştirmeye önem vermektedirler. Çünkü gençlerini iyi yetiştirmiş olan toplumlar, güçlü ve sağlıklı bir yapıya kavuşmuş olurlar. Eğer gençlik ihmal edilir, iyi eğitilmez, uyuşturucu, alkol, tembellik veya sapık akımların ağına düşmeye müsait bir ortamda kendi başına bırakılırsa, o zaman pek çok problem ve sıkıntılarla karşı karşıya kalınır ve toplumun geleceği de tehlikeye girmiş olur. Sonuç olarak çocuklarımız ve gençlerimiz, bizim ümitlerimiz ve yarınlarımızdır. Onları, ne kadar dini ve milli değerlerimize göre yetiştirir, ailevi, ekonomik, kişisel sorunlarıyla ilgilenir, özellikle ruh sağlıklarını bozucu her türlü etkiden koruyup, aile hayatını teşvik ederek sağlıklı bir hayat biçimine kavuşturursak, geleceğimizden o oranda emin oluruz.
 
Değerli kardeşlerim!
 
Hutbemi Sevgili Peygamberimiz (s.a.s)’in iki Hadis-i şerifiyle bitirmek istiyorum:
 “ Hiçbir baba çocuğunu güzel terbiye ve edepten daha değerli bir miras bırakmış olamaz,”(3) ve “İnsanlar içinde Allah’ın en çok sevdiği kimse, kötülükleri terk edip iyiliklere yönelmiş olan gençtir.(4)
 
HAZIRLAYAN : Ersun ALTIN
 
ÜNVANI            : İmam- Hatip / Babadağ
 
Denizli Müftülüğü’nün 16/05/2008 tarihli hutbesidir.
 
_______________________________________   
1-Tekasür,8
2-Tirmizi, Kıyamet,1,Riyazu’s-Salihin,1–441,410
3-250 Hadis, Hadis No: 204
4-Ramüzu’l-Ehadis, S:383


İL                    ENİZLİ
AY - YIL         :MAYIS - 2008
TARİH           :23/05/2008
يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا إِن تَنصُرُوا اللَّهَ يَنصُرْكُمْ …وَيُثَبِّتْ أَقْدَامَكُمْ
Muhammed S. / 7. Ayet
 
İSTANBUL’UN FETHİ
 
Muhterem Müslümanlar!                                                               
Tarihte cerayan eden olaylar, amaçlarına ve elde edilen sonuçlarına göre önem taşırlar. İstanbul’un fethi; bir çağın kapanıp yeni bir çağın açılmasına sebep olması itibariyle, insanlık tarihinin en önemli olaylarından biridir.
“İstanbul mutlaka feth olunacaktır. Onu fetheden komutan ne güzel komutan ve onu fetheden asker ne güzel askerdir”(1) Peygamberimizin bu müjdesine kavuşmak şerefi, Türk Hükümdar Fatih Sultan Mehmet ve onun şanlı ordusuna nasip olmuştur. İstanbul’un fethi esnasında her nefer bir aslan kesilmiş, canını, mübarek dini ve vatanının emrine vermiş, malını İslam’ın zaferi için feda etmiş, kanının son damlasına kadar düşmanla çarpışmış sonunda gürleyen topların sesleri, fethi müjdeleyen tekbir sedaları arasında Bizans düşmüş ve feth gerçekleşmiştir. İstanbul’u fethetmeyi kendisine nasip ettiği için Rabbine hamd ederek şükür secdesine kapanan genç hükümdar, çıkardığı bir fermanla; can, mal, ırz, namus emniyetini, inanç hürriyetini, garanti altına almıştır. Fatih Sultan Mehmet, gayr-i müslimlere bile yardım elini uzatmış, yoksulları doyurmuş, adaleti yerleştirmiş ve zulme son vermiştir. O, sadece İstanbul’u değil, gönülleri de fethetmiştir. Böylece İstanbul kısa zamanda dünyanın ilim, sanat, teknik ve kültür merkezlerinden biri haline gelmiştir.
                                                                      
Değerli Müslümanlar!
 
Cenab-ı Hak; “Ey iman edenler; siz Allah’ın dinine yardım ederseniz; O da size yardım eder, ayaklarınızı savaşta sabit kılar.” (2) “Mallarınızla canlarınızla Allah yolunda savaşın. Eğer bilirseniz bu sizin için daha hayırlıdır” (3) buyurarak, mukaddes değerler uğruna canını ve malını verenlere yardım edeceğini bildirmiştir.
 
İstanbul’un fethinde de mukaddes değerler uğruna canı ve malı ile savaşanlara cenabı hakkın vaat ettiği yardım gerçekleşmiştir.
           
Aziz Mü’minler!                                                                    
Unutmayalım ki Fatih Sultan Mehmet’in başarılı olmasının sırrı; sağlam bir maneviyat, ilim ve teknoloji eseridir. Zira imanın yerini küfrün, ilmin yerini cehaletin, adaletin yerini zulmün, birliğin yerini ayrılığın, güzel ahlakın yerini ahlaksızlığın aldığı toplumların başarılı olmaları mümkün değildir.                                     
 
Görüldüğü gibi İstanbul’un fethinin tarihte çok önemli bir yeri vardır. Bu olayı bütün yönleriyle anlamaya çalışmamız gerekir. Bunun yanında geleceğe hazırlanmamız için de İstanbul’un fethini gerçekleştiren kahramanların sahip olduğu değerleri gençlerimize anlatmalıyız.                     
            Hutbemi Arif Nihat Asya’nın bir şiiriyle bitirmek istiyorum.
 
Sen de geçebilirsin yardan, anadan, serden…
Seninde destanını okuyalım ezberden…
Haberin yok gibidir taşıdığın değerden…
Elde sensin, dilde sen… Gönüldesin, baştasın,
Fatih’in İstanbul’u fethettiği yaştasın.
  
HAZIRLAYAN         :Ali ÇOLMAN
 
ÜNVANI                    :İmam-Hatip / Babadağ
 
 
Denizli Müftülüğü’nün 23/05/2008 tarihli hutbesidir.
 
________________________________________
1-       Ahmet b. Hanbel
2-       Muhammed Suresi: 7.–8. Ayetler
Tevbe Suresi: 9. Ayet                        


İL                   ENİZLİ
AY - YIL       :MAYIS - 2008
TARİH          :30/05/2008
وَأَنفِقُواْ فِي سَبِيلِ اللّهِ وَلاَ تُلْقُواْ بِأَيْدِيكُمْ إِلَى التَّهْلُكَةِ وَأَحْسِنُوَاْ إِنَّ اللّهَ يُحِبُّ الْمُحْسِنِينَ
Bakara Suresi / 195. Ayet
 
VÜCUT SAĞLIĞI ve SİGARA
 
Aziz Müslümanlar!
Âlemlerin yoktan var edicisi olan Allah-u Teala insanı en değerli ve en şerefli varlık olarak yaratmıştır. Bu yaratışın gereği olarak da; insana, kendisine verilen değere sahip çıkmasını, yani onunda kendi varlığına değer vermesini istemiştir.
İnsanın başta gelen görevlerinden biri de varlığına, yani vücuduna iyi bakmak onun varlığını idame ettirebilmesi için gerekli önlemleri almaktır. Çünkü her şey de olduğu gibi, sahip olduğumuz beden de bize emanettir. Ve emaneti veren, günü gelince emanetini alacaktır. İşte bu alış esnasında yüzü ak bir kul olabilmek için ilk başta vücudumuzun sağlığını korumamız gerekmektedir. Bu konuda Yüce Allah (c.c.) Bakara Suresi 195. Ayette şöyle buyuruyor: “….. kendi ellerinizle kendinizi tehlikeye atmayın….”[1] Yine Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.) de; “bu dünyada değerini bilmemiz gereken iki önemli şeyden birinin sağlık olduğunu” ifade etmişlerdir.
 
Muhterem Kardeşlerim!
İnsan vücudunun sağlığını koruyabilmek için öncelikle ona zarar verecek eylem ve alışkanlıklardan uzak durmalıdır. İşte bu alışkanlıklardan birisi ve günümüzde en yaygın olanı da maalesef sigaradır.
Sigara; insanın hem kendi sağlığına ve cebine hem de çevresinde ki insanlara zarar veren bir bağımlılıktır. B zarar verme kendini çeşitli hastalıklarla gösterir. Bunlar; göğüs kanseri, solunum problemleri, boğaz, mide, karaciğer, gırtlak ve ağız kanserleri, kalp hastalıkları, erken yaşlanma, iyileşme zorluğu v.b. hastalılardır. Bunun yanında ve daha önemli olan husus ise sigaranın muhtevası yani içeriğidir. Yapılan araştırmaların sonuçlarına göre sigara şu maddelerden oluşmaktadır: siyanür ve nikotin başta olmak üzere, güve zehiri olarak bilinen naftalin, böcek zehiri olan ddt, gibi dört bin değişik zehir, körlük yapan metanol, yer temizleyici amonyak v.b. zararlı maddeler. Ayrıca ölüme en çok sebebiyet veren zararlı alışkanlıkta sigaradır. Sigara bağımlılarının dörtte biri sigaradan ölmektedir. Sigara içenlerin vücuduna % 15 ile % 33 daha az oksijen girmektedir. Bu ise kalbin ve beynin harap olmasıdır.
 
Değerli Cemaatim!
            Tüm uyarılara, alınan önlemlere rağmen, özellikle öğrenciler ve gençler arasında sigara alışkanlığı artmaktadır. Yapılan araştırmalara göre başkalarına özenme, sıkıntı, arkadaş etkisi, gösteriş, zevk, baskı gibi nedenlerle sigaraya başlanabiliniyor. Bilmeliyiz ki hangi nedenle olursa olsun sigara hiçbir sorunumuzu çözmez. Tam tersine sorunlara yeni sorunlar ekler. Bilinen ve bilinmeyen bir hayli zarara yol açar ve biraz önce ifade etiğimiz hastalıklara sebep olur.
            Dünya Sağlık Örgütü’nün “2008 Küresel Sigara Salgını”[2] adlı raporunda; 21. Yüzyılda bir milyar insanın sigara salgını yüzünden ölebileceği açıklandı. Bu örgüt 20. Yüzyılda sigara belasından 100 milyon insanın öldüğünü ifade ediyor. Ayrıca rapor ülkemiz ile ilgili bir gerçeği de dile getiriyor O da şu: rapora göre dünyada sigara kullanan insanların neredeyse üçte ikisi, aralarında Türkiye’nin de bulunduğu 10 ülkede yaşıyor. Bu bilgiler ülkemizdeki sigara tüketiminin hangi boyutlara ulaştığının acı bir göstergesidir.
            Öyleyse değerli kardeşlerim; vücudumuzu bütün kötü alışkanlıklardan koruyacağımız gibi özellikle sigara illetinden de uzak tutalım. Çünkü daha önce ifade ettiğimiz gibi bu kötü alışkanlıklardan en yaygın olanı sigaradır. Bu anlamda hem sağlığımıza, hem kesemize, hem de yakın ve uzak çevremizdeki insanlara zarar vermeyelim. Bu bizim dini açıdan olduğu gibi, en azından onun kadar önemli insani bir görevimizdir de…
            Rabb’im bu konuda cümlemize daha bilinçli davranabilmeyi, kendimizi başkalarının yerine koyarak yaşamımızı sürdürebilmeyi ve sigara kullanan kardeşlerimizi de bu illetten bir an önce kurtulmayı nasip eylesin… (Âmin)
 
 
HAZIRLAYAN : Adem HATİPOĞLU
ÜNVANI              : İmam-Hatip / Çameli
Denizli Müftülüğü’nün 30.05.2008 tarihli hutbesidir.


[1]Bakara Suresi, 195. Ayet
[2]WHO, 2008 Küresel Sigara Salgını Raporu, 27 Şubat
 

 

 
HAZİRAN AYI HUTBELERİ



İL                 :DENİZLİ
AY - YIL         :HAZİRAN - 2008
TARİH           :06/06/2008
 
Asr Suresi
 
BELA VE MUSİBETLERE SABIR
 
Muhterem Mü’minler!
 
Bela ve musibetlerin büyüklüğü ve şiddeti ibadetlerin meşakkati haramlardan korunmanın zorluğu karşısında dünya ve ahiret mutluluğumuzu düşünerek metanetli davranmamıza sabır denir. Olaylar karşısında gösterdiğimiz sabır dünya huzurumuz ve mutluluğumuz için en büyük destektir. Ahiret hayatımız için de en kazançlı yoldur. Sabır; kötü amel ve arzularımıza karşı bir kalkandır. Bizim Allah’a sığındığımız ve O’ndan yardım dilediğimizin göstergesidir.
 
Muhterem Müslümanlar!
 
Asr Suresi’nde; “And olsun zamana ki insan gerçekten ziyan içindedir. Ancak iman edipte Salih amel işleyenler, birbirlerine hakkı tavsiye edenler başka (onlar ziyanda değildir)”[1] buyurmaktadır.
           
Bizim; içinde bulunduğumuz hale rıza göstermemiz ve kötülüklerle mücadele, intikam alma gücümüz varken bağışlama, sabır göstermemiz ve bütün bunların zorluklarına katlanmamız yüce rabbimizin bize emir ve tavsiyelerindendir. Bunların her birisinin ayrı ayrı mükâfatı vardır.
           
Kuran-ı Kerim’de; “And olsun ki sizi biraz korku, açlık, mallardan, canlardan ve ürünlerden azalma (fakirlik ) ile imtihan eder, deneriz. (Ey Peygamber) sen sabırlı davrananları müjdele. İşte o sabredenler kendilerine bir bela ve sıkıntı geldiği zaman “ Biz Allah için varız ve biz sonunda yine O’na döneceğiz” derler. İşte Rab’lerinden bağışlamalar hep onlaradır. Ve yalnız onlar doğru yolu bulmuşlardır”[2]buyrulmuştur.
             
Aziz Mü’minler!
 
Bela ve musibetler karşısında ümitsizliğe düşmeden sabretmek gerekir. Öyle anlar olur ki yakınlarımızı kaybettiğimizde, ticarette iflas ettiğimizde darda kaldığımızda, hasta yatağa düştüğümüzde birçoğumuz sabrın mükâfatını düşünmeden sonunda pişman olacağımız durumlara düşebilmekteyiz. Allah’tan gelen olaylar karşısında sabır en güzelidir.
 
Ancak unutulmamalıdır ki çalışmadan tembellikte ısrar etmek, yoksulluğa fakirliğe çare aramadan eziyet çekmek, sabır değil; miskinliktir.
 
Muhterem Müslümanlar!
 
Bela ve musibetler arttıkça sabrın azaldığı ve isyanların başladığı görülmektedir. Oysa sabır müminin en büyük silahı ve kalkanıdır. Peygamberimiz “Mü’minin haline şaşarım. Çünkü onun her durumu kendisine yarar sağlar. Bu hal ancak mü’mine mahsustur. Eğer sevindirici bir durumla karşılaşırsa şükreder. Bu onun hesabına hayır olur. Eğer üzücü bir durumla karşılaşırsa sabreder. Bu da onun hesabına hayır olur”[3]buyurmuştur.
 
Her işin başı sabırdır. Sabır kişiyi yüceltir. Her türlü kazanç sabırdadır. Her türlü yıkım ve felaket sabırsızlıktadır. Sabrın sonu selamettir.
 
Hutbemizi bir ayet mealiyle bitiriyoruz: “Ey iman edenler: Sabır ve namazla Allah’tan yardım isteyin. Muhakkak Allah’ın yardımı sabredenlerde beraberdir.”[4]
 
HAZIRLAYAN         :Hasan AKYER
ÜNVANI                    :İmam-Hatip / Güney
 
Denizli Müftülüğü’nün 06/06/2008 tarihli hutbesidir.


[1] Asr Suresi 1–3
[2] Bakara Suresi 155–157
[3] Riyazus-Salihin: C–1 Sh. 88
[4] Bakara Suresi 153
 
 


İL         :DENİZLİ
AY - YIL       :HAZİRAN - 2008
TARİH          :13/06/2008
 
وَقَضَى رَبُّكَ أَلاَّ تَعْبُدُواْ إِلاَّ إِيَّاهُ وَبِالْوَالِدَيْنِ …إِحْسَانًا
İsra Suresi / 23. Ayet
 
ANNE – BABA HAKKI
 
Muhterem Müslümanlar!
 
Yüce Allah (c.c.) bizlere pek çok nimet bahşetmiştir. Bunların başında, anne ve babamız gelmektedir.
 
Dünyaya gelmemize vesile olan anne – babamız, bizler için mutluluk ve huzur kaynağıdır. Her birimiz güçsüz ve bir aciz konumda iken, Rabbimizin lütfuyla, anne-babamızın, sevgi, şefkat, merhamet dolu kucağında hayata başlarız. Çocuklarına anlatılamayacak bir zevkle kol kanat gererler. Öyle ki onlar; yemez yedirirler, giymez giydirirler. Doğruyu, yanlışı, şefkatı, merhameti, sevgiyi, fedakârlığı ve nice insani erdemleri öncelikle onlardan öğreniniz. Bu itibarla anne-babamız, ilk rehberimizdir. Onun içindir ki Kur’an-ı Kerim’de Yüce Allah: “Rabbin; kendisinden başkasına asla ibadet etmemenizi, ana-babaya iyi davranmanızı kesin olarak emretti. Eğer onlardan biri ya da her ikisi senin yanında ihtiyarlık çağına ulaşırsa, sakın onlara “öf” bile deme, onları azarlama; onlara tatlı ve güzel söz söyle”[1] buyurur.
 
Bu ayette; bir mü’minin, anne-babasına, eziyet, kötülük şöyle dursun onlara iyilikte bulunması, saygılı davranması, onlara şefkat ve merhamet yükü sözcüklerle güzel bir şekilde hitap etmesi gerektiği bildirilmiştir. Zira o güçsüz iken, anne-babası ona kol kanat germiş, bütün zorluk ve meşakkatlere rağmen ona hep güler yüz göstermiş, güzel söz söylemişlerdir. Onun mutluluğu için nice fedakârlıklara katlanmışlardır.
 
Aziz Mü’minler!
 
Üzülerek ifade edelim ki günümüzde çocukları için her türlü fedakârlığı yaptığı halde yalnızlığa itilmiş, meşakkatlerin kucağına terk edilmiş, sahipsiz gözü yaşlı anne-babalarla sıkça karşılaşıyoruz. Bizler onların varlığı ile sıkıntı ve meşakkat değil; huzur ve mutluluk duymalıyız.
Bizler anne-babamızın rızasını kazanarak, onların hayır dualarını almanın gayreti içerisinde olmalıyız. Onlara karşı hem hayatta iken, hem de öldükten sonra üzerimize düşen görevleri yerine getirmeliyiz. Bununla ilgili olarak Hutbemizi bir Hadis-i Şerif’le bitirelim.
 
Bir gün Rasüllulah Efendimiz’in yanına bir adam gelir ve:
-          “Ya Rasülallah! Anna-babanın vefatından sonra onlara yapılabilecek bir iyilik varmı? diye sorar. Resulü Ekrem (s.a.v.) şöyle cevap verir:
-          Evet, onlara hayır dua eder, onlar için istiğfar eder, vasiyetlerini yerine getirir, akrabalarını görüp, gözetir, dostlarına da ikram edersin” [2]buyurmuşlardır.
 
 
HAZIRLAYAN        :Sadreddin BİLEN
 
ÜNVANI                   :İmam-Hatip/Babadağ
 
Denizli Müftülüğü’nün 13/06/2008 tarihli hutbesidir.


[1] İsra Suresi–23. Ayet
[2] Riyazüs-Salihin: C–1–374


İL                    ENİZLİ
AY - YIL         :HAZİRAN - 2008
TARİH           :20/06/2008
اِنَّ الَّذِينَ يَتْلُونَ كِتَابَ اللهِ وَ اَقَامُوا الصَّلاة وَ اَنْفَقُوا مِمَّا رَزَقْنَاهُمْ سِرّا وَ عَلاَنِيَّةً يَرْجُونَ تِجَارَةً لَنْ تَبُورَ[1]
Fatır Suresi / 29. Ayet
 
KUR’AN ÖĞRENMENİN VE
ÖĞRETMENİN ÖNEMİ
                                                                                                                Muhterem Müslümanlar!
Âlemlerin Rabb’i olan Allah, yeryüzünde kendi halifesi olma şerefini insana vermiş ve bu önemli görevini hatırlatmak için de Kur'anı indirmiştir.“Bu Kur'an; kendisiyle uyarılsınlar, Allah'ın ancak tek bir ilah olduğunu bilsinler ve akıl sahipleri düşünüp öğüt alsınlar diye insanlara bir bildiridir.”[2] İnsan kendisine gönderilen bu bildiriyi öğrenmeli ve başkalarına da öğretmelidir.
 
Aziz Cemaat!
Kur’ân okumak; bitmez tükenmez bir hazinedir. Allahu teala yüce kitabında şöyle buyuruyor: “Allah'ın Kitap'ına uyanlar, namazı kılanlar, kendilerine verdiğimiz rızıktan gizli ve açık sarfedenler, tükenmeyecek bir kazanç umabilirler.”[3]
Kur’an’ın anlamını bilmeden yüzünden ve ezbere okumak bile çok sevap kazandıran bir ibadettir. Nitekim Peygamber efendimiz (s.a.v) bir Hadis-i şeriflerinde şöyle buyurmuştur: Allah'ın kitabından bir harf okuyanın, okuduğu harfe karşılık sevabı vardır. Bir iyilik on katıyla değerlendirilir. Elif, Lâm, Mim bir harftir demiyorum. Elif de harftir. Lâm da harftir, Mim de harftir”[4] Bununla birlikte Kur’an’ı zorlanarak okuyanların bile sevaba nail olacağı, üstelik iki kat sevap alacağı haber verilmiştir: “Kur'ân'da mahir olan, sefere denilen, kerim ve itaatkâr meleklerle beraberdir. (Kur'ân'ı) güçlük çekerek / kekeleyerek okuyana ise iki kat ecir vardır.”[5]
 
Muhterem Müslümanlar!
Kur'ân-ı Kerim’i okumadaki asıl maksat; onu anlamaya çalışmaktır. Bu husus, ayetlerde gayet açıktır:
“Düşünüp manasını anlamanız için Biz, onu Arapça bir Kur'ân olarak indirdik.”[6] ; “Kur'ân'ı gereği gibi düşünmeyecekler mi? Eğer Kur'ân Allah'tan başkasına ait olsaydı, elbette içinde birçok tutarsızlıklar bulurlardı.”[7] Kur'ân'ı anlama(ya çalışma)nın, üzerinde kafa yormanın, tefekkür etmenin, nafile namaz kılmaktandaha önemli olduğu, Rasûlullah'ın Ebû Zerr'e hitaben söylediği: “Oturup, Allah'ın kitabından bir ayeti anlaman, senin için yüz rekât (nafile) namaz kılmandan daha hayırlıdır”[8] sözünde gayet net olarak ifade edilmiştir.
 
Aziz Cemaat!
Kur’an-ı Kerim; tüm insanlık âlemi için büyük bir rehberdir. Hayata geçirilmeden Kur'ân'dan beklenen güzellikler gerçekleşmez. İnsanın ve içinde yaşadığı toplumun müsbet yönde değişmesi ve yükselmesi, Kur'ân'ın hayata geçirilmesine bağlıdır. Peygamber Efendimiz (S.A.V) ümmetinden kuranı sadece okumakla yetinmemelerini aynı zamanda onu hayata tatbik etmelerini istemiş ve şöyle buyurmuştur: “Kur'ân'ı öğreniniz, onu okuyunuz. Kur'ân'ı öğrenen, onu okuyan ve gereğini yapan kişi, misk ile doldurulmuş bir kap gibidir; kokusu her tarafa yayılır. Kur'ân'ı öğrenip anlayabildiği hâlde gaflete dalan kişi ise, içinde misk varken ağzı sıkıca kapatılmış kap gibidir.”[9]
 
Değerli Mü’minler!
Netice itibariyle, Yüce Yaratıcı'nın rahmet vesilesi olarak gönderdiği İlâhî Kelâm, okumamız ve anlamamız gerekli olan bir konuma sahiptir. O, hem dünya hem de âhiretimiz açısından kurtuluş vesilemizdir. Dünyada bizler için önemli bir nasihat, dertlerimize şifa, hidayet kaynağı ve rahmettir. İnsanlığın dertlerine reçete olup, onları en doğru yola iletir. Kur'ân'ın okunduğu yeri melekler ziyaret eder ve orada huzur olur. Kur'ân'ın okunup anlaşılması, Allah katında insanlara üstünlük kazandırır. Zira Peygamber Efendimiz (S.A.V) de; “sizin en hayırlınız Kur’an-ı öğrenen ve öğretendir”[10]buyurmuştur.
 
 
 
HAZIRLAYAN         :Okan TOKAT
ÜNVANI                    :İmam-Hatip / Babadağ
 
Denizli Müftülüğü’nün 20/06/2008 tarihli hutbesidir.


[1] Fatır 35/29
[2] İbrahim 14/52
[3] Fatır 35/29
[4] Tirmizi, Sevabu'l-Kur'an 16, 2912. H.
[5] Müslim, Salâtü'l–Müsafirîn, 244
[6] Yusuf 12/2
[7] Nisa 4 / 82
[8] İbn Mâce, "Mukaddime", 16
[9] Tirmizî, Fezailü'l–Kur'ân, 2
[10] Buhari, Fedailu'l-Kur'an 21


İL                    ENİZLİ
AY - YIL         :HAZİRAN - 2008
TARİH           :27/06/2008
 
بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ
الْيَوْمَ أَكْمَلْتُ لَكُمْ دِينَكُمْ وَأَتْمَمْتُ عَلَيْكُمْ نِعْمَتِي
وَرَضِيتُ لَكُمُ الإِسْلاَمَ دِينًا
Maide Suresi / 3. Ayet
 
BİD’AT VE HUREFE
 
            Muhterem Müslümanlar!
 
            Bid’at, dinde olmadığı halde, inanç ve ibadet alanında sonradan icat edilen inanış ve davranışları ifade eder. Daha açık bir ifade ile Hz. Peygamber zamanında olmayan veya meşru görülmeyen bir inanış, ibadet, dini anlayış ve davranış bid’at kavramı içinde yer almaktadır.
 
Muhterem Müslümanlar!                                                                                                     
 
İslam dini dünya ve ahiret saadetini engelleyen ferdi, ailevi ve toplumsal huzursuzluklara yol açan her türlü zararlı alışkanlıkları yasaklamıştır. Kimi zaman taklit, özenti  kötü arkadaş ve mutsuzluk sebebiyle kimi zamanda bir defa denemekle bir şey olmaz düşüncesi ile insanlar kötü alışkanlıklar kazanmaktadır. Zaman içerisinde küreselleşen dünyamızda Müslümanların sahip oldukları saf ve temiz duygular; çeşitli inanç ve uygulamalarla farklı şekillerde bid’at ve hurefeler tezahür etmeye başlamıştır. Her devirde, her toplumda az ya da çok ama mutlaka hurafe ve batıl inanışlar bulunmaktadır. Bid’at ve hurefeler, dini inancı yıpratır ve ona zarar verir. Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.), tehvid inancını anlatırken aynı zamanda bid’at ve hurafelerin dinimize zarar vermemesi için de mücadele etmiştir. Bu konudaki en meşhur örnek, Hz. Peygamber (s.a.v.)’in, güneş tutulması gibi bir tabiat hadisesini oğlu İbrahim’in ölümü ile irtibatlandıran sahabe-i kirama hemen müdahale etmesi ve bu çeşit tabiat olaylarının bir insanın ölümü ya da doğumu ile ilgili olmadığını ifade etmesidir. 
                         
Muhterem Müslümanlar!                                                                                                                          
 
İki bayram arasında nikâh yapmamak, baykuş ötmesini uğursuz saymak, türbelere adak adamak,  kutsal sanılan yerlere bir dilek için çaput bağlamak, türbelerde mum yakmak, nazara karşı kurşun dökmek, gibi akla ve bilime ters düşen bid’at ve hurafelerden sadece bazılarıdır. 
Cenab-ı Hak şöyle buyurmaktadır; “Ey iman edenler! İçki, kumar, dikili taşlar ve fal okları ancak, şeytan işi birer pisliktir. Onlardan kaçının ki kurtuluşa eresiniz.”[1]
Hz. Peygamber (s.a.v.)’de  hadislerinde; “Uğur tutmak veya uğursuz saymak için kuş uçuran ve uçurtan, kâhinlik yapan, kâhinden haber soran, sihri yapan ve yaptıran bizden değildir.”[2] “Her türlü bid’at dalalettir"[3] buyurarak, bu tür davranışları şiddetle yasaklamıştır.                                                                                        
 
Muhterem Müslümanlar!                                                                                                                                              
 
İslam’a göre; içi-dışı temiz, inancı, ameli, hurafelerden uzak, dinine bid'at ve hurafeleri karıştırmamış bir kul olmak gerekir. Bunun için de hurafe ve batıl inançlardan uzak durulmalıdır. Geçmişten günümüze kadar gelen, akla ve fenne karşı olan bu tür inanışları “din”le eşdeğer tutmayalım. İslam anlayışına zarar verdiğini asla unutmayalım. Kur’an ve sünnete sımsıkı sarılalım.
Hutbemize Hadis-i Şerif mealleri ile son verelim: “Sonradan uydurulan şeylere karşı dikkatli ve uyanık olun. Zira (sünnete karşı) çıkarılan her yeni şey bid’attir, her bid’at de dalalettir”[4]yani sapıklıktır.
Yine Allah’ın Resulü hurafelerin tehlikesine şu Hadis-i Şerif ile dikkat çekmiştir: “Efsun yapmak, nazar boncuğu takmak, karı koca arasında muhabbet için sihir yapmak şirktir.”[5]
 
HAZIRLAYAN         : Süleyman AYDEMİR                             
 
ÜNVANI                    : İmam-Hatip / Çameli
 
Denizli Müftülüğü’nün 27/06/2008 tarihli hutbe


[1] Maide Suresi:90. Ayet
[2] Elcamiussağir–7680
[3] Müslim, Cuma, Bab; 13, Hd:867
[4] Tirmizi, İlim 16 (2678): Ebu Davut, Sünne 6.
[5] Fethu’l-Kebir,1/304.

 





 
GÖREV YERİ DEĞİŞİKLİĞİ
 
YENİ GÖREV YERİM: DITIB Sulzbach Merkez Camii Gantestraße 7 66280 Sulzbach Brefeld Saarland Deutschland CEP:0049/015778071116 Telefon:0049/06897/53965 Fax:0049/06897/53965 YAŞAR.......KAPKARA
İLAHİ ADALET
 
ALLAH HİÇ KİMSEYE
TAŞIYAMAYACAĞI BİR YÜK
(SORUMLULUK, DERT BELA)
YÜKLEMEZ.
HADİS
 
AAAAAA
 
canlı tv:

Canlı Tv İzlemek için Tıklayın

 
Bugün 4 ziyaretçi (5 klik) kişi burdaydı!
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol