|
|
 |
2.SINIF 6.ÜNİTE METİN TERCÜMELERİ
2. SINIF 6. ÜNİTE 1. METİN
|
FELSEFE VE DİN
- Felsefe ile din arasındaki müşterek kaide, her ikisinde de hakikata önem vermek olarak kendini gösterir. Dinin, felsefe ve ilim ile beraber esaslı olarak istediklerinden birisi de, ikna edici ve güven verici bilgiyi elde etmektir. Ancak din sırf akli bir iş değildir, felsefe ve ilimde olan hal gibi. Yine din, bütün şahısları bekalarını koruyacak temel değerlere tutunmayı, örnek bir şekilde davet ediyor. (yine o esaslı değerler) diğer insan ve tabiatla olan güzel alakalarını muhafaza ettiği gibi. Yine din bizi, hayatta belirli bir çizgide yürümeye ve belirli toplumsal sorumluluklar yüklenmeye davet ediyor.
- Felsefenin dinden veya akideden bir çeşit olması noktasında yanlış bir inanç vardır. İlk başta bunun tashih edilmesi gereklidir. Çünkü burada her ikisinin başlangıcı noktasında, amaçları ve araçlarında ihtilaf yönleri vardır. Felsefe dini yerini alacak fikri bir öneri de değildir. bilakis filozoflar bazen dine muarız olan şeyleri de savunurlar.
DİN VE FELSEFE ARASINDAKİ FARKLAR
- Felsefe belirli sorulara araştırma ile cevap vermedir. Din de insan oğlu için bu türden çokça cevaplar verir. Ordaki ve buradaki cevaplar hak ve hakikatı arayıp ortaya koyar. Felsefi cevapları düşündüğümüzde onlar beşeri bir çabayı ve insan aklının işlerine tahakkümü tasavvur ettiriyor. Ve delil getirme kudretinide tecrübeye dayandırır. Ancak dini akide cevapları çoğu zaman ilahi vahyi nakleder ve sapma ve tartışma olmaksızın o vahye sarılmayı gerektirir.
- Bu cevaplar şu nevi sorulara karşı olarak geliyor: insanın aslı nedir ve gideceği yer nedir? Kainatla insanın alakasının tabiatı nedir? Allah ın tabiatı nedir? Onunla bizim alakamızın tabiatı nedir? Ondan sudur eden alaka mıdır? Yoksa alaka illet ve ma’lul mudur? Yoksa birlik alakası mıdır? İnsan nefsinin tabiatı ve kaynağı nedir? Ceset vefat edince o da vefat ediyor mu? Yoksa ebedi mi? Gerçekte insan iradesi var mıdır? Burada gerçekte irade hürriyeti var mıdır? İnsan saadetinin maksadı nedir? Bunun gerçekleşme yolları nedir? Varsa çeşitleri nedir?
- Bu sorulara cevap vermede din ve felsefenin konumu karşılaştırıldığında, ihtilafların ortaya çıktığının işaretlerini alıyoruz. Çünkü felsefe aklı kullanmaya ve ona dayandırmaya acele ediyor. ve bilgi elde etmede onu kullanıyor, başkabir şey olmadan. Bu arada din evvela imana dayanıyor sonra akla güveniyor. Filozof aklı kullandığı zaman, araştırıyor karşılaştırıyor ve güzel olnada karar kılıyor. O başka ilimlere ait delillere ve açıklamalara dönüyor. Yani maddenin yapısı, evrenin aslı, cüzlerin unsurlarının oluşumu ……ila ahirbunlarla ilgilenir. Bu arada dini alanda akıl, iman ve duygusallık çerşevesinde çalışıyor, o alanlardan dışarı çıkmıyor.
- İnsani akıl, tamahının fazlalığı, tecrübesinin azlığı, bazen görünene ve başka zamanda delillere dayandığı için, felsefi sorunları çözmeyi araştırırken daha uzun vakit harcıyor. İmanda batnında (içinde) duygusallığı barındırdığı için, münakaşa olmaksızın dini yapısında cevapları karşılıyor (cevap buluyor). Dini düşünür buna teslim olur ve buna sevinir. İman akli ameliyelere dayanma olmadan bir mezhebin veya bir görüşün kabulüne delalet eder. Bu görüş veya bu itikadi mezhep, bizim tabii alemimizin dışından gelen vahyin neticesidir. Ki onun kaynağı vahyedilen bir kitap olur, Kuran ı Kerin gibi. Ve nebevi hadisler olur. Her iki haldede insan söz konusudur ki onun varlığı ve konumu, o imanın başka bir mahallidir. O da bir nebidir veya Rasüldür ki kendine vahyedilmiş (ona da inanılması gereken kişidir).
- Filozof bilgiyi ararken duygudan önce akla bağlı kalır, hatta duyguları tamamen bir kenara iter. Nefsin heva ve meyilleri gibi. Filozof, araştırmamıza, herkesçe kabul edilen esaslardan ve fikirlerden veya araştırmacıyı araştırmasında belirli bir yöne yönlendiren fikirlerden başlamamamızın gerektiğini düşünür. Bu fikirler de içtihad ve hür araştırmaları kabul etmez. Filozofların çoğu, sağlan düşüncenin önünde engel oluşturabilecek putlardan, yani önceki düşüncelerden zihni temizlemenin zorunluluğunu öğütler.
- Dindar insan ise, tartışma konusu olmayan bazı husuları kabul eder, çünkü bunlar, ona göre bir binanın temelleri gibidir. Mümin olma vasfımızla baştan kabul etmiyor muyuz ki:Allaha, meleklere, kitaplara, peygamberlere ve ahret gününe inanarak. Müslüman sıfatımızla, şehadet etmiyor muyuz ki: Allahın birliğine ve Muhammed as ın peygamberliğine. Kabul ettiğimiz gibi, namazı, zekatı, ramazan orucunu, gücü yetip yol bulanların beyti haccetmesini. Bu kabullerimiz, mümin insan tarafından tartışma veya şüphe götürmeyen şeylerdir.
- Filozof tartışmaya soyut olarak başlarken mümin insan ise araştırmaya öncül fikirlerle beslenmiş olarak başlar. Ve o fikirler çerşevesinde çalışır. Bunun için 1.si 2.sinden daha fazla zaman harcar araştırması için. 2. İse, tartışır, araştırır, mücadeleler ve deliller ortaya koyar, inandığı ve iman ettiği şeylerin çerçevesinde.
- İnsan, belli bir dini fikre yapışarak araştırıp yazdığı zaman, bu fikrin temelleri çerçevesinde çalışır. Allahın tabiatını, kainat üzerindeki gücünü, yaratmasındaki inceliği ve insanla olan alakasını tartışır ve ciltlerle kitap yazar. Allah konusundaki kitabında başarısı ve Allahın varlığına ait delilleri, gerçekleştirdiği her şey, ilk kabul olan Allahın varlığından çıkar.
- Ama insan felsefe yaptığı ve felsefi bir konum ittihaz ettiği zaman, o insan her hangi bir ön kabulden veya ilk fikirden soyut olur. O aynı şekilde uluhiyet problemini de araştırır. Yine Allahın tabiatındaki ve varlığındaki (inanç problemlerini de) araştırır. Ancak bu konuları önceden belirlenmemiş bir kayıt, şart ve kabüllerle ele alır. Son olarak din ve felsefeden her her birinin amacını sorguluyoruz. Gayesi aynı mı? Önerilen işi değişik tarzla soralım. Her ikisinin de kavuştuğu şeyler netice olarak aynı şey midir?
Filozofun tercihli gayesi, amaca ulaşmak için o uğurda katlanacağı sıkıntıları dikkate almaksızın bizzat bilgidir. Ama mütedeyyin insanın gayesi, imanı hissetme noktasında en büyük değeri gerçekleştirmektir.
METİN TAHLİLİ
1. Din ile felsefenin ortak olduğu kaide nedir?
2. Dinin önemsediği ve felsefeyle müşterek olan esasalardan biri nedir?
3. Felsefede olduğu gibi, din sadece akli bir iş midir?
4. Örnek olması suretinde din hangi şeye davet ediyor?
5. Felsefe bir çeşit din midir?
6. Niçin feksefe dinden ayrılır?
7. Felsefenin dinin yerine geçmesi mümkün müdür?
8. Burada felsefe ile din arasında fark yada farklar var mıdır?
9. İlahi vahyi nakleden, dini akidenin cevaplarında dönmek yada tartışma var mıdır?
10. Müellife göre dini akidenin kaynağı nedir?
11. Felsefecilerin çoğunun gerçekleştirdiği nasıhat nedir?
12. Filozof ve mütedeyyin insandan hangisi araştırmasında daha çok zaman harcar?
13. Filozof ve mütedeyyin insandan her biri araştırmasına nasıl başlar?
14. Felsefe ve dinin gayesi aynı mıdır?
15. Din ve felsefe arasındaki farklar nedir?
|
2. SINIF 6. ÜNİTE 2. METİN
|
İSLAM FİLOZOFLARI
1. İslam felsefecilerinin görüşleri içinde varlık meselesi özel öneme sahiptir. Onlar işin başında yunan fikrî örneğine hayran kalmışlardır. İtikadi çalışma ve felsefi çalışma arasında bir bağ kurmak için çalıştıklarında tek bir hitapta, bunun sonucunda İslam felsefesi diye bilinen şey oluştu. İslam felsefesi 1. Derecede bir taraftan Aristo ve Eflatun fikirlerini birleştirmekle, İslam akidesinin öncelikleri arasında arasında uyum sağlama üzerine kaim oluyor. Felsefecilerin üzerinde durduğu, önemini yansıttıkları konu, musavvir, bari ve halık olan Allah tealaya nisbet edilen vacibul vucut konusudur. Allahü tealanın dışındaki varlıkların ve mahlukatın mevcudiyeti ilk yaradılışı itibarıyla o Allah a muhtaçtır.
2. İslam Felsefesinin ilk örneği Kindidir. (805-873). O varlığı açıklamadaki görüşünü, malul ile illet arasındaki alakayla açıklamıştır. Yine Allah ile alem arasındaki alakayı da açıklamaya çalışmıştır. İllet varlık mertebesinde malulden daha yücedir. Bu yüzden ona etki eder ama ondan etkilenmez. Yaradan Allah tır. İlk illet odur. Evrende meydana gelen her şey biri diğeri ile irtibatlıdır, malul ile illetin irtibatındaki gibi. Bu yüzden kindi şu görüşe varıyor, alamdaeki her varlıkdiğer varlıkları yansıtıyor. Sanki onlara ayna. Eğer tek bir varlığı tanırsan, alemin geri kalanını tanımana bu yüce düzen yeter. Nefsin varlığı konusuna izafeten, Kindinin, ilk illet meselesinde açıkça Yunan Felsefesinden etkilendiği ortaya çıkıyor. İnsan nefsi, akıl aleminden inip cisim maddesine yerleşen ölümsüz basit bir cevherdir. Aslında insan nefsi müstegil bir cevher idi, şimdi o cisim maddesine bağımlı oldu. Akıl alemindeki ilk hayatından ona hatıralarından başka bir şey kalmamıştır. Vacibül vücut olduğu için ilk olarak Allahın varlığı, sonra ilahi akıldan oluştuğu için nefsin varlığı, en son olarak da maddenin varlığı gelir. (varlığın sıralamasında).
3. Ancak Farabi (873-950) ise, varlığı, ya zorunlu varlık ya da mümkün varlık olarak düşünür. Bu ikisi arasında 3. bir durum yoktur. mümkün varlıkta düşünce şudur, varlığın gerçekleştiği bir illetin tasavvurunun zaruretidir. Bazen bu illetten önce başka bir illet gelir. Bu illet tasavvurunun sonsuza kadar gitmesi mümkün değildir. Bunun için önünde illeti olmayan, bizzat varlığı kendinden olan bir varda bu illetin nihayet bulması gerekir. Ezeli ve ebedi vardır, her yönüyle fil fiil vardır, kendinden başka şeylerden müstağnidir, bütün şaibelerden her halinde halistir, müteba’ıd (parçalanan) değildir, basittir, kamildir, ortağı olmayan tektir ve o Allah tır. Mevcudat Allah tan oluşmuştur. Bu var oluş Allah ın zati düşüncesine bağlıdır. Eşyanın sureti ve onun benzeri Allah ın katındadır ve ilahi ilimle teşekkül etmiştir. Allahın zatını aklettiğinde 2. varlık meydana gelir o da ilk akıldır. Büyük evreni hareket ettiren bu akıldır. Bu varlıkta da semavi kütlelerden sorumlu, kamil 8 akıl müşterektirler.
4. İbni Sina (980-1037) ise dini akide ile nihai yunan fikrini uyuşturmaya çabalayan başka bir İslam filozofu olarak gelmiştir. İbni Sina varlıkları varlık olması açısından mümkün ve vacip varlık diyerek ayırmıştır. Mümkün varlık, yaratılmış bütün evreni temsil ederken, vacibül vucut ise o Allah tealanın zatıdır. Bu yüzden o hem zatı ile hem zatı için zorunlu varlıktır. Bütün varlıklar mümkün varlıktır, ama Allah Teala tekdir ve zorunlu varlıktır.
5. Muhakkak ki mahlukat –alem, insan, var olan bütün kainat- İbni Sinaya göre, Allah ın varlığının zaruri bir neticedir. Bir olan Allah alim ve gadirdir. Onun ilmi ve kudreti de onun mahiyeti ve varlığıdır. O ilk illettir. Ondan önce illet yoktur. bundan dolayı o, halık, bari ve musavvirdir, zaruri olarak. İbni Sinadan alınan görüşe göre, bir madde vardır ki Allah o madde ile evreni yaratıyor. İbni Sina burada -eğer günaha düşmemişse- “madde kadimdir” sözüyle hataya düşmüştür. Halis İslam Akidesinde, maddenin yaratılmasında Allahın yoktan var etme kudreti kabul edilir. Burada İbni Sina bir karışıklık içine düşmüştür. Bunun kaynağı, sebebi ise, Aristo Felsefesine ve onun evren hakkındaki görüşüne bağlılığdır.
METİN TAHLİLİ:
1. İslam Felsefesi nasıl meydana gelmiştir?
2. İslam Felsefesine göre mahlukat niçin Allaha muhtaçtır?
3. İslam Felsefesinin ilk örneği kimdir?
4. Varlığı açıklamada kindinin görüşü nedir?
5. Varlığın mertebesinde illet mi ma’lul mü en yüksektir?
6. Kindiye göre bütün mevcudatın görevi nedir?
7. Yunan felsefesinde Kindiyi etkileyen kaç mesele ortaya çıkmıştır?
8. Kindiye göre insan nefsi nereden inmiş ve nereye yerleşmiştir?
9. Kindinin varlığın kısımları hakkındaki görüşü nedir?
10. Farabiye göre semavi cüsselerden sorumlu aklın sayısı kaçtır?
11. Mümkün neyi temsil eder?
12. İbni Sina Yunan fikri ile İslam akidesini uyuşturmada çaba harcamış mıdır?
13. İbni Sinaya göre Allah ın varlığına bağlanan zaruri netice nedir?
14. Müellifin İbni Sinayı sorumlu tututğu (eleştirdiği) şey nedir?
15. İbni Sinanın “maddenin kadimliğini” (savunarak) hataya düşmesini sebebi nedir?
|
2. SINIF 6. ÜNİTE 3. METİN
|
ALLAH
- Allah vardır, varlığı zorunludur. Varlığında başka bir şeye muhtaç değildir. çoğalmaz ve parçalanmaz. Bilakis alem ve insandan, bütün mahlıkattan yücedir.
- İnsan ve tabiata değişim ve dönüşüm isabet ettiği halde, Allah Teala sabittir ve basittir. Onda noksanlıktan kemalata veya aksine bir değişim olmaz. İnsanın sahip olduğu dini fıtri gerekçeye ilaveten ahlaki ve felsefi açıdan da Allah a olan ihtiyaç ortaya çıkmıştır. Filozoflar felsefi açıdan ekollerini şekillendirmiş ve konumlarını birkaç şekilde ifade etmişlerdir.
- İLK: Burada Allah, eşyayı düzenleyen, konun ve sünnetlerine boyun eğdirerek. Bu alemde kainat ile arasındaki alaka, dağınıklık ve abes olmaktan halidir. Burada Allah külli akıldır, tabiata hükmeden ve oradaki işleri, iradesine uygun ve evrende yarattığı sünnetine mutabık olarak yürütendir.
- İKİNCİ: Bu mezheplerin görüşünde, Allah alemin kaynağıdır. Alem ondan taşmıştır. Bu nazariye sudur veya feyz nazariyesi olarak bilinir. İnsan, bu düşüncede tabi kainatın veya alemin allahtanolmak suretiyle meydana geldiğini tasavvur edemez. Çünkü Allah her fikrin ve her varlığın üstündedir. Bu yüzden sabit ve kamil olan Allah la nakıs ve değişken varlık arasında bir vasıtanın olması gerekir.
- ÜÇÜNCÜ YÖN: Bu felsefi mezheplerde, bizzat var olan ve varlığı zaruri olan Allah veya dediğimiz gibi “vacibul vücut” ile varlığı mümkün mahlukat arası ayrılır (varlıkları farklıdır). Onun varlığı tahakkuk etmez, fiilen var olan mümkün varlıktan naklolmaz, Allahın irade ve meşieti olmadan.
- DÖRDÜNCÜ YÖN: Bu görüşte Allah kemalatı sonsuz olan bir misal, bir gaye ve bir hedeftir. Alem aşk ve muhabbetle ona doğru gayret eder. Bu görüşteki filozoflara göre alem, gelişimi, varlığı ve olgusu için zaman boyu durmadan Allah a doğru yönelir.
- Burada, filozofların mezhebinde Allah ın varlığını destekleyen ahlaki düşünceler vardır. İnsan yaşadığı ve başkalarıyla ilişkide olduğunda, felsefe yaptığında Allahın varlığı –hayır ölçüsü olarak- zaruri bir iş kabul edilir. Biz hayra yapıştığımız ve şerle mücadele ettiğimiz zaman Allahtan olan amaç ve ahlaki isteklere yaklaşırız. Allah Teala en yüce bir misaldir. O örnekki, nefisler ona yönelir. Onun varlığına iman, insan için, musibet veya felakete uğradığında teselli olur. İlahi inayet, iman edeni ümitsizlik yapmaz ve onu halinde memnun kılar ve onu haline rıza şuuruyla hayata yöneltir. İnsan Rab olarak Allah a imanı ve ölçü olarak itikadı ve amaç olarak sevgisi arttığı zaman, ahlaki kanunlarla yapışmayı idrak eder, bu Allahın iradesine uymanın açık bir ilanıdır.
- Böylece insan, Allahı, kendisi ve çevresindeki alem için, nsanın yaş gücünde sonsuz bir varlık olarak görmüşse. Burada insan, Allah ın varlığının bir çok delilleri şekillendiriyor. Bu deliller de, İnsanın yaşadığı ahlaki kültürü ve asrını ortaya çıkarıyor.
- Allahü Teala insanın ve alemin varlığına kefildir. Alem ve insan arasında felsefi bir konum veya akli bir düşünce olursa, bu alaka baştan itibaren Allah ın varlığını gerekli kılıyor. Felsefe ve insan, bir mümkünün varlığıyla mümkünden fiile, varlığa dönüşür ki bu da Allah ın iradesidir. İnsanın ve alemin devamı, Allahın yarattığı sebeplere ve kanunlara dayanmakla sağlanır.
- Fert olarak ve çeşit olarak insan, düşünmeden duramayan tek varlıktır. En yüksek düşünce konusu, Allahın, insanın ve alemin varlığı olan düşüncedir. Düşüncenin fazlalığı, İnsanın varlığının önemine muttali kıldığı gibi, insanı Allahın varlığının zaruretine götürür. Sonunda insana Allahın, alemdeki ayetlerini yansıttığı gibi, Allahın ince sanatını, iradesini ve kudretinin belirtilerini idrak ettirir.
- Kainat gayet ince ve mükemmeldir. Kişi için evrenin güzelliğinden faydalanması, dağıtım sırlarını kavraması sebeplere başvurmadan mümkün değildir. bu sebeplerin ilki mücerred nazari düşüncedir. Sonra devamlı değişen günlük hayatın ilişkilerinden uzak durmaktır. Düşünmek , mümkünle vacip arasındaki manada ve kevni ayetlere itibar etmeyle beraber hayat ve ölümden ibret almaya çalışmaktır. Son olarak, Allah için ihlasla işlere yönelmek, samimi olmak.
METİN TAHLİLİ:
1. Allah varlığında kendisinden başkasına muhtaç mıdır?
2. Allah bölünür ve çoğalır mı?
3. Allah dönüşüm ve değişime uğrar mı?
4. Kainat ile bu alemde meydana gelen alaka boş ve dağınık mıdır?
5. Allahın kainatta vaz ettiği sünnetler nelerdir?
6. Tabiatı yönlendiren ve onda hüküm süren kimdir?
7. Allah alemi ve tabii evreni kendinden yaratmıştır. İnsan böyle düşünebilir mi?
8. İnsanın felsefe yapmasının ve diğerleriyle ilişkisinin ölçüsü nedir?
9. İnanan insan ümitsiz olmaz ve sevinçle yaşar. Bunu sağlayan nedir?
10. Hayra yapışmanın ve şerle mücadele etmenin faydası nedir?
11. Allaha imanın faydası nedir? Musibetler vuku bulduğunda.?
12. Düşünce derecelerinin en yükseği nedir?
13. Evrenin güzelliğinden istifade etmesi kişiye nasıl mümkün olur?
14. Alemin güzelliğinden istifade etmenin ilk sebebi nedir?
15. Allah cc için ihlaslı olmanın manası nedir?
|
2. SINIF 6. ÜNİTE 4. METİN
|
HİKMET KELİMESİNİN FELSEFİ ANLAMI
- Uzun süreden beri bu kelimenin anlamı üzerindeki araştırma genişlemiştir (geniş araştırmalar yapılmıştır). İslam Filozofları ondan çok defa bahsetmişlerdir. Farabi felsefe ismi yunancadır demiştir. O Arapçaya dışarıdan dahil olmuştur. Onun kullanımı “feylesofya”dır. Manası hikmet sevgisidir. Feylesof ise hikmeti seven demektir. Öyleyse bu “hikmet” nedir? İbni Sina hikmetin manasında bize bir şeyler veriyor. Tabiat risalesinde umumi ve geniş anlamıyla hikmet: “insan nefsinin olgunlaşması, insanın gücü nisbetinde, işleri düşünerek, ameli ve nazari hakikatları tasdik etmesidir.
- Hikmet iki çeşittir: nazari hikmet ve ameli hikmettir. İşlememiz gerkmeyip sadece bilmemiz gereken işlerle bağlantılı olan işlere “nazari hikmet” ismi verilir. Ameli işlerle bağlantılı olarak, hem bilmemiz hem de yapmamız gerekenle ilgili hikmet ise “ameli hikmet” diye isimlendirilir. Hikmetin bir çok çeşidi vardır: onlardan biri ahlaki hikmettir. Faydası, faziletleri bilmendir. Nefsi onunla nasıl temizleyeceğini ve onu elde etmenin yollarını da bilmendir. Rezilliği bilmendir ki, ondan korunman ve nefsi ondan temizlemendir.
- Doktor abdul Halim Mahmud “felsefenin çevresinde” kitabında diyor ki:felsefe için bir tarif yapmak istediğimiz zaman, iş –geçen açıklamalardan sonra- açıktır: O, marifetullaha ulaşması için arınma ve uygulama yoluyla insnanın harcadığı çabadır. Bu çabalar (O) felsefe, neticesi de hikmettir. Bundan ortaya çıkıyor ki İmam Gazali – ki o yolun iki tarafını da gerçekleştirmiştir- felsefe alanında İbni Sina ve Aristodan daha asildir. Bu ikisi ancak yolun yarısını katetmişlerdir. Bu doğru olunca İmam Gazaliye nisbeten, aynı şekilde Büyük İslam mutasavvıfları için de aynı şey doğrudur. Onların hepsi ilahi keşfi gerçekleştirmiş ve ona bağlanmışlardır. Onlar olgun felsefecidirler. Akli felsefeciler se, başta Aristo, onlar için şu deyim doğrudur: “yarım felsefeciler” . çünkü onlar felsefe yolunun yarısını gitmişlerdir. O yarım da, akli yöndür.
- Hikmet kelimesi Arapçada bir çok yerde geçmiştir. Şiirde, kuranda, nebevi hadislerde. O Arapçada ve İslam Üleması nazarında bir çok manalarda kullanılmıştır. Bahrul Muhit yazarından onun anlamı hakkında 29 görüş ulaşmıştır.
- İşte ve sözde isabettir. Biri : fehmdir. Biri: yazmaktır. Biri : dini ve dünyevi yaşamı ıslah etmektir. Bahrul Muhitin yazarı zikrediyor ki: Bu kelimenin manası, Süddiyyi’ninki hariç biribirine yakındır. Ama Süddiyyi, hikmet kelinesini, nübüvvet olarak zikretmiştir. Fakat o bu görüşünde tek değildir. ibni Abbastan, Ebu Salih rivayet etmiştir ki: ilhamın olması için iç alemin (her türlü şeylerden) soyutlanmasıdır. Bu kelimenin anlamı gerçekte iki kısımdır:
- Bu mananın biri, harici yolda açığa çıkan: görüşte tutarlılık, fikirde denge ve en düzgün yola yönelmektir.
- İkinci: O işraki İlhami yöndür. Batıni dahili yöndür. Onu sahibi bilir ve bunu özel olarak seçtiği, öğrenci veya dostlarına telkin eder.
- Bu iki mana birbiriyle çelişmez. Şüphasiz 2. Mana olmadan 1. Mana olmaz. İlham alan şahsın, görüşü tutarlı, fikri dengeli ve zahir ve batın hekimidir. İslam Üleması, hikmet kelimesini, bu iki manada kuranı kerimin bir çok ayetine dayanarak açıklamışlardır. Örneğin, Allah Tealanın, Davut as ile ilgili “Allah mülkü ve hikmeti verdi” (bakara 269) yine “Allah hikmeti dilediğine verir. Kime hikmet verilmişse ona çok hayır verilmiştir.” (bakara 269) sözüdür.
- Bizim düşüncemizle bütün bunların hepsi, Atanın söylediği gibi, hikmetten kasıt Allah ı bilmektir. Gerçek olan da Allah ı tanımaktır. Bu da ancak faziletle kemale erer. Burada hikmet, bizim görüşümüze göre her durumha ikicüze ayrılır:birincisi Allah ı bilmek, ikincisi de hayırlı olanı bilmek ve onunla amel etmektir. Veya –daha ince ifadeyle- o birliktir. Allah ı bilmeden ibarettir. Ki allahı bilmek de hayrı bilmeyi ve onunla amel etmeyi içine alır.
- Ama bizi bu görüşe çağıran bütün filozofların hepsidir. Onlar uluhiyetten ve ve hayırdan bahsetmişlerdir. Bu iki konu dışındaki konulardan sa bazen bahsetmiş, bazen bahsetmemişlerdir. Sokrat buna rağmen büyük gayesini yönlendirmiş, faziletten ve hayırdan bahsetmiştir. O aynı şekilde (amacı olmadığı halde) uluhiyetten de bahsetmiş ve bununla yetinmiştir. Eflatunun araştırmalarının merkezi ise “iyililik” ti. İster fazilet olsun, ister Allah olsun, merkezinde iyilik vardı. Ama yeni felsefeciler ise araştırmalarında ahlak ve metafizik felsefe ile sınırlı kalmışlardır. Yunanlılardaki “ilk felsefe” kelimesi İslam Filozofları yanında, “ilahiyat” olarak anlaşılmıştır.
- Sonra İslamlar ve eskiler, filozofa bir çok vasıflar yakıştırmışlardı. Mesela Kindi için, tabib, mühendis, gök bilimci, matematikçi ve filozof. Filozof kelimesi ile başka şeyleri de kasdediyorlardı, hendese, gök bilim, matemetik araştırmacısı dışında. Onlar “felsefe” kelimesiyle, ahlak ve özellikle de “ilahiyat” alanında araştırma yapanları kasdediyorlardı.
- Öyleyse hikmet: allahı bilmek, onun yolunda felsefe yapmaktır. Felsefe ise: hikmet sevgisidir. Yani allahı bilmeye ulaşmada kesintisiz bir çabadır. Filozof ise: -Farabinin tanımına göre- hayatındaki azim ve ömrünün amacını hikmetle kavramaktır. Yani içinde hayrı barındıran Allah bilincidir.
METİN TAHLİLİ
1. Feylesof kimdir?
2. Nazari Hikmet nedir?
3. Ameli Hikmet nedir?
4. Ahlaki Hikmetin faydası nedir?
5. Müellife göre burada, hikmet ile felsefe arasında fark var mıdır?
6. Müellife göre yolun iki yönünü tamamlayan kimdir?
7. Müellife göre yolun yarısını tamamlayan kimdir, niçin?
8. Müellif İmam Gazaliyi diğer Filozoflardan faziletli bulmuştur?
9. Eflatun un araştırma dairesinin merkezinde ne vardır?
10. Yeni Felsefecilerin araştırma dairesinin merkezinde ne vardır?
11. Burada felsefenin tarifinde değişik görüşler var mıdır?
12. Hikmet kaç bölümden oluşur?
13. Feylosof kelimesi ile ulema neyi kasdetmiştir?
14. Bütün felsefeciler neden söz etmişlerdir?
15. Allahı bilmenin yolu nedir?
|
2. SINIF 6. ÜNİTE 5. METİN
|
İBNİ SİNANIN “ÖLÜM KORKUSUNDAN KURTULMA RİSALESİ”NİN DEĞERLENDİRİLMESİ
Bu risale bazı yönlerde uzak yada yakın tasavvufla bitişir. O yönler de kısadır. Onlara daha çok İbni Sinanın kitabı “işaretler ve tenbihler” de bu yönlerden bir çok işaretler bulacağız.
- Bu risalede İbni Sinanın, tam olarak tabii bir birleşme olmasa da, faal akılla birleşmeyi temsil eden arif lerin mutlu nefislerin mutlu sonlarına ve diğer nefislerin durağının ise ebedi bedbahtlığına dair sözleri göreceğimiz bu yönlerdendir.
- Aynı şekilde arifleri – o onların ahlak ve hallerini açıklama sadedindedir. - şecaatla vasıflandırması da bu yönlerdendir. İbni Sina bu risalede ölüm korkularını aşağıdaki şekilde saymaıştır:
A. İnsan gerçekte ölümün mahiyetini bilemez.
B. İnsan nefsinin sonunu dönüş yerini bilemez.
C. Nefsinin bekasını ve meadının keyfiyeti hakkında cahildir.
D. Ölümün büyük bir acı olduğunu zanneder. Ölümünden önceki hastalığı veya ölümüne sebep olan hastalığından başka.
E. Ölümünden sonra bir cezanın geleceğine inanır.
F. Bıraktığı mal ve evladı için üzülür.
- İbni Sina ölüm korkularını saydıktan sonra, bu korkuların batıl olduğu görüşüne varıyor. O bu ölüm korkularınının bazılarını def etmede psikoloji kitabında kabul ettiği görüşlerine itimad ediyor.
- Gerçek anlamda ölüm jorkusu, ölümün ne olduğunun bilinmemesine rücu ediyor. ibni Sina, ölümü ruhun aletlerini terk etmesinden başka bir şey olmadığı görüşüne varıyor. O azalar ki onların toplamı bedeni oluşturur. Bedenin yok olması bu ruhun da yok olacağı anlamında değildir.
- İbni Sina, insanın ruhaniyetinin ve nefsi natıkasının cevher olduğuna dair delillerden de istifade ederek çaba harcayıp şöyle diyor: sen cismani cevherinin değerinin ruhi cevherinin değerinden daha az olduğunu düşündüğün zaman, onun başka olduğunu bulursun. O bedeni cevher olması bakımından dağılıp yok olur. Bazısı bazısına dönüşür. Ondaki havaslar ve arazlar iptal olur. Ama cevherin kendisi, o bakidir, onun iptaline, yokluğuna bir yol yoktur. Ama ruhani cevher, zatında mahiyetinde dönüşme ve değişme kabul etmez. Ancak şeklinde tamlığı ve kemalatı kabul eder. Onda yokluk ve dağılma nasıl tasavvur edilebilir?
- Ölüm korkusunun sebebini, insanın gideceği yeri bilmemesi ve yok oluşundan korkması olarak kabul edilirse, burada İbni Sinanın görüşü, nefsin ebedi bir lezzet ve ebedi rahatta kalacağıdır. Çünkü bu ölüm insan için, kemalat sayılır. İnsanın tarifi, o, canlı, diri, konuşan ve ölendir. Bundan dolayı ölüm, yüce ufuklara ulaşma, tamamlama ve kemalat olur, insan için.
- Ama ölüm korkusu, büyük ölüm acısındandır denilirse, hastalıkların acısından daha büyüktür. O hastalık ki, ölümünden önce ve ölümüne sebep hastalıktır. İbni Sina bu görüşede, bu yalan zan sayılır. Çünkü acı idrak edilen şeydir. İdrak ise diri ve hayat sahibi insan için vardır. İnsan nefsini yitirnce, ölünce, o acı çekmez, onun cisminin nefsi için tesiri yoktur artık.
- Ama ölüm korkusu, azap görmekten korkulduğu için olur denilirse, İbni Sina derki, bu korku ölümden sayılmaz. Bilakis bu korku, işlenen günahlardandır. İnsana günahlardan uzak durmak ve bu korkudan kurtulana kadar iyilikleri işlemesi gerekir. Yani insan hayatında günah işleyince ölümden korkar. Ama o iyilikler yapınca, telaşlanmadan ve korkmadan ölüme gider.
- İbni Sina diyor ki: Azap korkusuyla ölümden korkan, ölümden korkmuş değildir. Bilakis o azaptan korkar. İkab ise, ölümden sonra kişide baki kalan günahlardandır. Şüphesiz o insan, cezayı hak edecek kötü fiillerle kazandığı günahını itiraf eder. Bununla beraber o, hasenatlara değil, günahlara azap edecek bir adil hakimin varlığını da itiraf eder.o kişi ölümden değil, günahlarıdan korkmaktadır. Kim işlediği günahlardan dolayı azaptan korkarsa, günahlardan uzak durması ve onlardan sakınması gerekir.
- İnsanların ölümden korktuğu şeylerden, geride bırakacağı mal ve evlatlardan dolayı hüzünlenmeri maddesi kaldı. İbni Sina bu görüş de iptal etmeye uğraşır. O insanı fesada uğrayacak, yok olacak varlık olarak görür. Şüphesiz bozulacak, ölecek her varlık da var olmayı sevdiği gibi yok olmayı, ölmeyi de sever.
- Bu söylediklerimize ek olarak, insan için baki olmak en faziletlidir desek, bu görüş bizi şuna götürür ki, yeryüzü insanlara dar gelir. Çünkü yeri ölçüsü sınırlıdır. Bundan dolayı, o, insanlar sıra halinde ayakta bile olsalar, insanlara yetmezken, insanların yerde dolaşmalarının durumu nasıl olacak. O zaman yerde bir ayak basılacak yer olmaz. Bu da az bir zamanda olur. Eğer zaman uzar, insanlar kat kat olursa, o zaman, bu sınırlı yeryüzü sahasında hal nasıl olur. Ebedi hayatı isteyen ve ölümü sevmeyen ve ebedi hayatı mümkün zanneden, ahmaklığın ve cahilliğin ileri sınırına ulaşmıştır.
- İbni Sina diyor ki, insan ölümü güzel görerek ve ölüm korkusunu giderir, sağlam tedbire dayalı adalet ve sonsuz ilahi hikmetle. İşte dengi, muadili, olmayan doğru budur. O, ötesinde cömertlik olmayan sonsuz bir cömertlik, ölümden korkan Allah ın adelet ve hikmetinden korkandır. Hatta, Allahın ihsan ve cömertliğinden de korkandır.
- Böylece İbni Sina, ölüm hakkında söylenen korkuyu reddediyor. Belki bu konuda İbni Sinada Sufi bir his mülahaza ediyoruz. Bu risalede zikrettiği ile “işarat ve tenbihat” kitabında ariflerin ahlakı hakkında dediği arasında bir bağ var. Yalnız bizler mülahaza ediyoruz ki, - İbni Sinanın eleştirisi noktasında- o, ölüm felsefesinin samimiyetine nüfuz etmeden, derinlemesine dalmadan, ölüm sorununun etrafında dolanmıştır. O, ölüm korkularını arzetmekle yetinip, filozofun girmemesi gereken bir yola geçerek, derinlemesine bir anlatımla olayı anlatmadan, acelece (diğer) itiraza geçiyor. İbni Sina, ölümden korkmanın haklı bir gerekçesi olmadığının, önyargısına inanıyor. Bu ön fikirlerine tamamen muarız fikirler gördüğünde, bu fikirler yanında uzun bir duruşu kendine teklif etmiyor. (yani o fikirleri derinlemesine savun-a-muyor). Çünkü o, bu fikri inancına binaen, düşüncesine zıt olan diğer bir fikre cevap vermeye geçiyor.
METİN TAHLİLİ:
1. İbni Sina ölüm korkusunu kaç maddeye ayırmış?
2. Cesedin yok olmasıyla nefis yok olur mu?
3. Ölümün elemi, hastalıklarınkinden daha şiddetli midir?
4. Ölüm korkusunun neticesinde İbni Sinanın görüşü nedir?
5. Ölümden korkunun sebebi nedir?
6. Mümin nefis nasıl kalır?
7. İbni Sina ölümü nasıl değerlendiriyor?
8. Ölümden önceki hastalıkların eleminden ölümün eleminin ekber olmasında İbni Sinanın görüşü nedir?
9. Ölümden korkunun gerçek sebebi nedir?
10. Günahın azabından korkana ne gerekir?
11. İnsanın yeryüzünde daima baki kalması efdal midir?
12. İbni Sina, ölümü sevmeyip, ebedi hayat seveni ne ile vasıflandırıyor?
13. İbni Sinanın görüşne göre ölümden korkan kimdir?
14. Yazar İbni Sina hakkında ne düşünüyor?
15. Musannifin sözünden onu tenkit ettiği anlaşılıyor. Onu nişin tenkit ediyor?
|
2. SINIF 6. ÜNİTE 6. METİN
|
NEFİS VE RUHUN ÖLÜMSÜZLÜĞÜ
1. Ruh, Allah Tealanın mahlukattaki sırrı ve kullarındaki ayetidir. O insanlığın henüz çözülmeyen bilmecesidir. Hiçbir zaman da çözülmeyecektir. O, değişik bilgilerin sınırsız malumatların kaynağıdır. Ancak o, yakini doğru bir bilgiyle hakikatı bilinebilecek bir dereceye ulaşmamış, apaçık fikirlerin menbağıdır. Ancak ruhun düşüncesi, kendi zatından büyük ölçüde karmakarışık ve kapalıdır. Bununla beraber insan onu tanımayı çok arzulamış ve onu anlamada da çok ciddidir. Bu güne kadar da bütün idrakiyle bu çaba sarfedişi ve esrarını anlama gayreti bitmemiştir. Ve onun mahiyetinin inceliğini anlamayı, cismiyle bedeni arasındaki bağı anlamayı ve sonunu ve varacağı yeri bilmeyi arzuluyor.
2. Nasıl olmasın? O her şeyi bilmeyi sevip arzular. O eşyanın bilinmeyenlerini ve işlerin gizliliğini öğrenmeye çok rağbetlidir. Tabiatı anlama ve işaretlerini izah etme yolunda bir çok geniş adınlar atmıştır. İki yanı arasındaki ruhunu anlamada nasıl gayretli olmasın. İnsan, tabiatı gereği medenidir. Akraba ve kardeşlerinden soyutlanarak yaşamaya güç yetiremez. Çoğu zaman kişinin kendini tanıması, cinsini tanımasında yardımcı oluyor. Ahlakçılar ve eğitimciler,kültür ve eğitimi oluşturan, insanın fıtri yetenek ve eğilimlerini üzerinde araştırmaya çok çaba sarfetmişlerdir. Aynı zamanda o yetenek ve meyiller, talim ve terbiyenin de esası olurlar. Dinler ve şeraitler, bedenlere hitaptan önce ruhlara hitaba yönelirler. Cisimden daha çok ruhlara yönelirler. Sevap, azap,dini ve ahlaki sorumluluk, genel olarak ruhun bedenden ayrıldıktan sonra varacağı yer ve ebediliğini düşünmeye çağırıyor. Bütün insanların inandığı, Allahın kendisinde var ettiği sırrı keşfetmeye yönelme vardır bunda
3. Bunun için değişik çağlarda düşünür ve araştırmacılar, nefis konusuyla meşgul olmaktan uzak olmamışlardır. Bu konuda filozoflarda bu şeyi tahlil etme çabasından geri kalmamışlardır. Nefisleri uykusundan uyandırmak için gelen İslam da onun durumunu düşürmemiş ve ona gözlerini kapamamıştır. Yine, ahlakı arıtmak ve timizlemeye çağıran İslam, onu bilmezlikten gelemez. Kısaca o (İslam), medeniyetten önce, bir dindir bir akidedir. Bu yüzden o ilk davetinden beri ruhlara hitap eder. Geçmiş medeniyetlerin düşünürlerinin ruhlar üzerindeki geniş araştırmaya başladıklarına dair bir şey, ona (islama) intikal etmemiştir. Ruhun ebediliği ve tenasühü hakkında özellikle çeşitli münakaşa ve tartışma ortaya attılar.
4. KİTAP VE SÜNNET: Bu iki kaynağa müracaat ettiğimizde, defalarca ruh konusuna değindiklerini buluyoruz. Bir çok münasebetle ondan söz ediyorlar. Kuranı Kerimde onun hayatın ana maddesi ve Allaha dayandığına işaret ediyor. “Hani, Rabbin meleklere şöyle demişti: "Muhakkak ben çamurdan bir insan yaratacağım. * Onu şekillendirip içine ruhumdan üflediğim zaman onun için saygı ile eğilin." (sad 71-72). O Allahın mahlukatının sırrıdır. Beşer dehşete kapılmaz –onların ilmi sınırlı olduğu için- onun gerçeğine ve künhüne vakıf olmadığı zaman. “Ve sana ruh hakkında soru soruyorlar. De ki: "Ruh, Rabbimin bileceği bir şeydir. Size pek az ilim verilmiştir." (isra 85) nefsin şehvetlerinden ve onun hevasından sakındıran nefsi levvameyi överek, ki o kötülüklerden uzak durup onları kabul etmeyen bir mertebedir, “Kıyamet gününe yemin ederim.* (Kusurlarından dolayı kendini) kınayan nefse de yemin ederim (ki diriltilip hesaba çekileceksiniz).* (kıyame 1). Nefisler derece derecedir. Onun en yücesi “mutmain nefistir. Ona şöyle diyerek hitap ediyor: (Allah şöyle der:) "Ey huzur içinde olan nefis!" *"Sen O'ndan razı, O da senden razı olarak Rabbine dön!"* "(İyi) kullarımın arasına gir."* "Cennetime gir."* (fecr 27,28,29,30)
5. Temkinine rağmen sünnette, ruhun gerçeği hususunda, ruhların sudur ettiği, aslına işaret eden hadisler vardır. Onun varlığı bedenin varlığından öncedir. Onlardan birbirlerini tanıyanlar ülfet, tanımayanlar ihtilaf ederler. Hadisin değindiği bir başka yön de, ölümden sonra onun varacağı yer, iki meleğin sorgusu karşısında konumunu, daimi azap veya verilen nimetlerle kabirde hissettiklerini, açıklıyor. Ölülerin ruhları ile dirilerden onlara ziyaret yapanların muhabbetlerini tasavvur ediyor hadis.
6. İslamın ilk yıllarında, hadis ve ayetlerin zahiri manaları dikkate alınmış ancak, özellikle diğer milletlerin öğretileri islama nakledildiği gün uzun araştırma ve tartışma kapısı açılmış, önceki inanç devam etmemiştir. Yabancı düşüncelerin etkilediği, kelam ilminin en geniş konularındandır sem’iyyat ilmi.
7. İbni Sina ve Ruhun Ebediliği: İslam toprağının üstünde ve semasının altında yaşayan bu filozof, ruhun ebediliği konusuna değinmeden edemezdi, din ve felsefenin arasını bulmak için.bu apaçık, kıyamet, ba’s, neşr ve haşr isbatı hususunda kuranın dili idi. Kim bunu inkar ederse dinin asıllarından bir aslı inkar etmiş ve sorumluluk ve hesap fikrini de ortadan kaldırmış olur. Filozofların görüşü gerçek saadet, nefsin yolundan ruhi cevherlere yürümesi ve yüce alemden bir parça olmasıdır. Ebedilik hususundaki araştırma hem dini bir zaruret hem de felsefi bir iktiyaçtır, özellikle de akıl ve naklin arasını uzlaştırmayı daima hedef alıp, bu görüşte çabalayan bir felsefeci için.
8. İbni Sinanın, talabe olmayı kabul ettiği Farabinin ruhun ebediliği konusundaki tenakuz ve tereddüt içeren bir çok görüşü olması, bu mevzunun ehemmiyetini daha da artırmıştır. Bu tenakuzda felsefeye hücum ve yüklenmeye kapı açma söz konusudur. Eğer İbni Sina bu işe kavuşmasaydı, hasım ve muarızlar için geniş bir gedik açık kalacaktı. Ve İbni Sina, ebediliği kabul etmesine rağmen Ğazalinin saldırı ve hucümlarından kurtulamadı.
9. Bütün bunlarda, İbni Sînanın görüşünde ebedilik konusuna önem verdiği ve ona ihtimam gösterdiği açıklanmaktadır. Konunun sonu ve onu arzetmediği bir nefisten söz etmemiştir.
İbni Sina bize, ruhun yüce alemden inerek bu fani alemde kaldıktan sonra tekrar ebedi ve sonsuzluğun bulunduğu uçsuz bucaksız denize döneceğini tatlı bir şekilde anlatıyor.
10. Ne var ki biz bu konuyu yalnız dini açıdan ele aldığımızda, sadece ruhun ebediliği fikrinin yeterli olmadığını görürüz. Cesedlerin de ruhlarla beraber dirilmesi gerekir. Şüphesiz ahret hayatında beklenen mutluluk yada şekavet (mutsuzluk) sadece ruhlara değil aynı zamanda bedenleredir. Dinlerin hitap ettiği ve mesuliyet yüklediği insan, cisim ve ruhtan meydana gelir. Bu iki halinin kemaliyle dirilmesi gerekir. Bunun için ,bedenlerin dirileceğini inkar ettikleri, dirililişin sadece ruhla olacağını söyledikleri için Ğazali, filozofları şiddetli bir şekilde tenkit etmiştir.
METİN TAHLİLİ
1. Müellif nefsi nasıl tanımlıyor?
2. Nefsi bilmek mümkün müdür?
3. Ruh yakini olarak kendi hakikatını biliyor mu?
4. İnsan, akraba ve kardeşlerinden uzak olarak yaşamaya güç yetirir mi?
5. Diğerlrinden daha evla olan konu nedir?
6. Şeriat ve dinler kimi muhatap alırlar?
7. Beşer, ruhun hakikat ve künhünü anlamaya güç yetirebilir mi?
8. Allah Rasülü ruhları nasıl vasıflandırıyor?
9. Filozofların görüşüne göre gerçek saadet nasıl olur?
10. İbni Sinanın, ruhun ebediliği hakkındaki görüşü nedir?
11. Farabinin (ruhun) ebediliği hakkındaki görüşü nedir ve görüşü açık mıdır?
12. Ruh nereden gelmiş, nereye yerleşmiş, nereye dönecektir?
13. Mesuliyet neye yüklenmiştir, ruha mı yoksa cesede mi?
14. Diğer alemde mutluluk ve şakavet sadece ruhlara mıdır?
15. Ğazali, filozofları şiddetli bir şekilde niçin tenkit etmiştir?
|
|
|
 |
|
|
|
|
|
ALLAH HİÇ KİMSEYE
TAŞIYAMAYACAĞI BİR YÜK
(SORUMLULUK, DERT BELA)
YÜKLEMEZ. |
|
|
|
|
 |
|
|
|
|